28 Aralık 2015 Pazartesi

DERİCİ DEDE VE PADİŞAH



DERİCİ DEDE VE PADİŞAH

Soğuk bir kış günü, padişah, tebdili kıyafet gezmeye karar vermiş. Yanına başvezirini alıp yola çıkmış. Bir dere kenarında çalışan yaşlı bir adam görmüşler. Adam elindeki derileri suya sokup, döverek tabaklıyormuş.

Padişah, ihtiyarı selâmlamış:

“Selamünaleyküm ey pir’i fani…”

“Aleykümselam ey Serdar-ı Cihan…”

Padişah sormuş.

“Altılarda ne yaptın?”

“Altıya altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor…”

Padişah gene sormuş.

“Geceleri kalkmadın mı?”

“Kalktık. Lâkin, ellere yaradı.”

Padişah gülmüş.

“Bir kaz göndersem yolar mısın?”

“Hem de ciyaklatmadan…”

Padişahla başvezir adamın yanından ayrılıp yola koyulmuşlar. Padişah başvezire dönmüş, ” Ne konuştuğumuzu anladın mı ?” diye sormuş.

“Hayır padişahım…”

Padişah sinirlenmiş.

“Bu akşama kadar ne konuştuğumuzu anlamazsan kelleni alırım.”

Korkuya kapılan başvezir, padişahı saraya bıraktıktan sonra telâşla dere kenarına dönmüş. Bakmış adam hâlâ orada çalışıyor..

“Ne konuştunuz siz padişahla…”

Adam, başveziri şöyle bir süzmüş.

“Kusura bakma. Bedava söyleyemem. Ver bir yüz altın söyleyeyim.”

Başvezir, yüz altın vermiş.

“Sen padişahı, Serdar-ı Cihan, diye selâmladın. Nasıl anladın padişah olduğunu?”

“Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemezdi.”

Vezir kafasını kaşımış.

“Peki, altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor ne demek?”

Adam, bu soruya cevap vermek için de yüz altın almış.

“Padişah, altı aylık yaz döneminde çalışmadın mı ki, kış günü çalışıyorsun, diye sordu. Ben de, yalnızca altı ay yaz değil, altı ay da kış çalışmazsak, otuz iki dişimize yemek bulamıyoruz dedim.”

Vezir bir soru daha sormuş…

“Geceleri kalkmadın mı ne demek?”

Adam yüz altın daha alarak cevaplamış: “Çocukların yok mu diye sordu. Var, ama hepsi kız. Evlendiler, başkasına yaradılar, dedim.”

Vezir gene kafasını sallamış.

“Bir de kaz gönderirsem dedi, o ne demek…”

Adam gülmüş. “Onu da sen bul…!”

(alıntıdır)

8 Aralık 2015 Salı

Kayı Boyu’nun ışığı


     
                          Kayı Boyu’nun ışığı: Şeyh Edebali.
           Kayı Boyu, Oğuzların Günhan Kolu’ndan gelir. Malazgirt Meydan Savaşı’nın kazanılmasından (1071) sonra yerleşmek için akın akın Anadolu’ya gelen Türk boyları arasında, Kayı Boyu da vardı…
Kayılar önce Horasan taraflarına konmuş; Moğol istilâsının başlaması üzerine Harzemlilerle birlikte Moğollara karşı savaşmış; Harzem Şahı Celâleddin Mengübirtî, kahpece arkadan vurulup şehit edildikten sonra (1221) ise Merv ve Mahan yoluyla Van Gölü’nün kıyısındaki Ahlat’a yerleşmiştir.
Kayı Boyu’nun Horasan’dan 50 bin kişi ile hareket ettiği bazı tarihlerde kayıtlıdır. Ancak Ahlat’a ne kadarının sağ ve salim varabildiği bilinmemektedir. Çünkü Kayılar, yol boyunca hem Moğollarla, hem düşman kabilelerle savaşmak zorunda kalmışlardır. Bu arada kayıplar vermiş oldukları muhakkaktır.
Yani mezar taşlarından iz bırakarak Anadolu’yu vatan yapmaya geldiler.
Kayılar Ahlat’da dokuz yıl kadar oturdular. Moğolların her şeyi yakıp yıkarak buralara kadar gelmeleri sonucu, tekrar göçe başladılar. Önce Erzurum’a, oradan Erzincan’a, nihayet Amasya’ya geldiler. Bu sırada Ertuğrul Gazi’nin babası Gündüz Alp (yeni bulgular, Osman Gazi’nin dedesinin Süleyman Şah değil, Gündüz Alp olduğunu söylüyor),Ankara yakınındaki Kızılcasaray civarında bulunan Kırka Köyü’nde vefat etti (türbesi aynı köydedir). Bunun üzerine Ertuğrul Gazi, aşiret beyliğine getirildi.
Ertuğrul, Hayme Ana’sı ve Gündüz Alp babası tarafından yüreğinde yakılan “devlet” ışığı sayesinde, rotasını belirlemede hiç zorlanmadı: “Revlet olup Bizans’ı feth” edecekti.Çünkü Bizans, Peygamber müjdesiydi.
Bu düşünce beynini ve yüreğini kor gibi tutuşturunca, “Deryayı (İstanbul Boğazı’nı kastettiği çok açık) geçeceğiz ve devlet olacağız!..” deyiverdi. Fakat ağabeyleri Sungur Tekin ve Gündoğdu Bey’in ufkunda devlet yoktu. Onlar eski topraklarına dönmek, “Ekip biçmek, geçinip gitmek” istiyorlardı.
“Deniz suyu tuzludur, ne hayvan, ne insan içebilir, ne de ekin sulanabilir” gerekçesiyle bu fikre karşı çıktılar. Nihayet aşiretin büyük kısmını alarak eski topraklara döndüler.
Ancak akıbetlerinden hiçbir tarih bahsetmiyor. Muhtemelen Moğol çapaçulları tarafından basılıp öldürüldüler.
Ama “devlet” fikrinin babasını, oğullarını, oğullarının oğullarını ve arkadaşlarını, tüm tarihler “Osmanlı Devleti’nin kurucuları” olarak selamlıyorlar.
Ertuğrul Bey, anası, küçük kardeşi (Dündar) ve kendisine güvenen yakınlarıyla birlikte Batı’ya yürüdü. Meşru hedefine yürüyen Müslümanın önündeki engelleri Allah bir bir kaldırır ve hedefine ulaştırırdı. Ertuğrul Gazi’nin önündeki engeller de kalktı. Bazı olumlu gelişmeler neticesinde Söğüt ve Domaniç’e ulaştı. Artık o Selçuklu Sultanlığı’nın bir “uçbeyi” idi.
Oğlu Osman Gazi’yi sık sık Şeyh Edebali tekkesine götürüyor, tekke sohbetleriyle yüreğini mayalamaya çalışıyordu. Ölümüne yakın günlerde Osman Bey’i karşısına aldı ve dedi ki:
“Oğulcuğum! Şeyh Edebali bizim boyun (obanın-aşiretin) ışığı ve yüreğidir. Terazisi ince tartar, dirhem şaşmaz. Bu yüzden beni kır, Şeyh’i kırma; bana karşı gel, ona karşı gelme...
“Bana karşı gelirsen üzülürüm, ama ona karşı gelirsen gözlerim sana bir daha bakmaz olur, baksa da görmez olur...
“Sözüm Edebali’yi korumak için değil, seni korumak içindir...
“Oğulcuğum! Bu dediklerimi vasiyetim say, ona göre uy.”
Ona göre yaşadı. Yaşantısıyla torunlarına (yani bize) örnek oldu.
Yavuz Bahadıroğlu/ YeniAkit .6 Aralık 2015

7 Aralık 2015 Pazartesi

Askerin Nişanı

        Kırım savaşında büyük yararlılık gösteren Deli Hasan Ağa adlı bir Osmanlı askerine müttefik Fransız güçleri tarafından altın bir madalya verilir. Onun bu madalyayı takmadığını gören Fuad Paşa askere sebebini sorar. Asker büyük bir mahcubiyetle, ''Paşam benim vücudumda harpte kazandığım yedi gerçek nişan(YARA) var. Onlar duruken Frenk'in verdiği nişana ne hacet var'' diye cevap verir.

5 Aralık 2015 Cumartesi

işte Osmanlı zamanından bir incelik daha



      Osmanlı'da misafir odalarının kıble istikametinde asılı olan levhalarda şu beyit yazardı;
"Ey misâfir kıl namâzın, kıble bu câniptedir,
İşte leğen, işte ibrik, işte peşkir iptedir."
Namazı hatırlatır, kıbleyi işaret eder, abdest almak için lüzumlu eşyayı gösterirdi. Misafir için ayrı ibrik, leğen ve peşkir yani havlu hazır beklerdi.
(alıntıdır)

4 Aralık 2015 Cuma

Uyan ey gözlerim gafletten uyan ilahisinin yazarı, sırları ve hikayesi


Osmanlı döneminde Sultan III. Murat Han bir sabah namazını kaçırmış… Dini hayatı her şeyden çok önemseyen bu büyük padişah kıl(a)madığı bir sabah namazına fazlasıyla üzülmüştü. Bu üzüntü onu derin muhasebelere götürmüştü. Yüceler yücesinin huzuruna çıkmadan evvel, çabuk davranarak nefsini hesaba çekmiştir. Geçirdiği duygusal incinme neticesinde “Uyan Ey Gözlerim Gafletten Uyan” adlı derin manalı bir şiir kaleme almıştır. Bu şiirde manevi körlüğü zemmetmiş, uykudan açılmayan gözlerini gafletten uyanmaya çağırmıştır. Seher vaktinde cümle mevcudatın lisan-ı halleriyle Allah’ı zikrettiğini, eşref-i mahlûkat olan insanın bu hususta gevşek davrandığını dile getirmiştir. Dünyanın geçiciliğini hatırlatarak mala, mülke, makama yaslanan insanların güvenli ve doğru bir yolda yürümediklerini hatırlatmıştır. Bilindiği üzere şair sultanlardan biri olan III. Murat, “Muradî” mahlâsıyla şiirler yazmıştır.

UYAN EY GÖZLERİM GAFLETTEN UYAN

Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Azrail’in kastı canadır, inan.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Seherde uyanırlar cümle kuşlar
Dill-u dillerince tesbihe başlar
Tevhid eyler dağlar taşlar ağaçlar
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Semâvâtın kapuların açarlar.
Mü’minlere rahmet suyun saçarlar…
Seherde kalkana hülle biçerler.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Bu dünya fanidir sakın aldanma.
Mağrur olup tac-u tahta dayanma.
Yedi iklim benim deyu güvenme.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Benim, Murad kulun, suçumu affet.
Suçum bağışlayub günahım ref’ et.
Rasûl’ün sancağı dibinde haşret.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
MURADÎ

2 Aralık 2015 Çarşamba

Geçmeyen Baş Ağrısı

 
     Osman Efendi bir sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır. İlaç alır, geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder. Çağrılan doktor muayene eder, ağrı kesiciler verir. Lakin Osman Efendinin baş  ağrısı artarak devam eder. Hatta gözleri de yaşarmaya başlar. Başka doktorlar çağrılır...Osman Efendi ağrıyı kesene servet vaat eder.
    Osman Efendi İstanbul'a getirilir, Fakat yine sonuç alınamayınca da apar topar yurt dışına götürülür. O devirde İsviçre moda; Zurih'e gidilir. Haftalarca hastanede kalınır, onlarca profesör konsültasyon yapar, filmler, tahliller, testler tekrarlanır. Yine teşhis konulamaz. Adamın ülkesine götürülüp, son günlerini evinde geçirmesi tavsiye edilir.
     Osman Efendi bitkin, aile perişandır. Memleketine getirilir. Osman Efendi yayla evinde bir odaya yatırılır ve ağrı kesici iğnelerle ölümü beklemeye başlar. Birgün, hastanın keyfi gelsin diye, Osman Efendinin eski berberi Mehmet Efendi çağrılır. Berber Mehmet bir an; ''Sakın sizin burnunuzda kıl dönmüş olmasın?'' diyerek burnuna bakar. Sonra, ''Hah işte der. Kıl dönmüş.'' Osman Efendinin şaşkın bakışlarına aldırmaksızın cımbızla kılı çeker. Ev halkı Osman Efendinin çığlığıyla odaya koşarlar. Berber Mehmet, Osman Efendinin elinden zor alınır ve cımbızın ucunda tuttuğu 20 santimlik kılla kapı dışarı edilir.
      Osman Efendinin kanayan burnuna pansumanlar yapılır ve yatağa yatırılır. Ertesi sabah Osman Efendi aylardır ilk defa rahat bir uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması artık geçmiştir. Baş ağrısından ise hiçbir eser kalmamıştır. Sapasağlam ayağa kalkan Osman Efendi, Berber Mehmet Efendiyi çağırtıp, ona bir servet bağışlar.

Ateş Böceği ve Mükemmel sırları

     Ateşböcekleri genellikle kısa aralıklarla yanıp sönen bir ışık saçar; bu ışığın yanıp sönme ritmi, erkek ile dişinin buluşmasını sağlayan işaret sisteminin bir parçası ve ateşböceklerini öbür ışık saçan böceklerden ayırt eden bir özelliktir. Işık saçmasının hızı, sıklığı ve dişinin erkeğe yanıt vermesinden önce geçen süre özel anlamlar taşır.
     Işık organları karın bölümünün son kısmında bulunur. Saydam bir kütikula tabakası ile örtülüdür. İç kısmı fotojenik hücreler ve otomobil farları gibi ışığı yansıtıcı bir tabakadan müteşekkildir. Işık organında üretilen yağa benzer Lüsiferin maddesi Lüsiferinaz enziminin katalizörlüğünde kademeli olarak oksijenle yakılır. Bu kimyasal olayda ışık meydana gelir. Hava oksijeninin kontrollü tüketimine bağlı olarak ışık zaman zaman yanıp söner. Bu yanıp sönmeler eşlerin birbiriyle haberleşmesini sağlar. Ateş böceğinin ürettiği ışık, yavaş yavaş meydana gelen oksitlenme sonucu kimyasal enerjinin ışığa dönüşmesidir.
 (alıntıdır.)

Bir Gayri Müslim Gözüyle Osmanlı


      Osmanlı memleketlerinde bulunmuş yabancı gözlemciler ve sağduyu sahibi tarihçiler, Osmanlı toplum düzeninden övgüyle söz ederler. 18. yüzyılın sonlarında Osmanlı topraklarında yirmi beş yıl yaşayan d'Ohsson şöyle diyor:
     ''Osmanlılar Kur'an'da ifade edilen doğruluk, ahlak ve namus prensiplerine çok bağlıdırlar. Aralarındaki bütün sosyal münasebet ve düzen, iyi niyet ve şefkate dayanır. Başka ülkelerde olduğu gibi, aralarında yazılı antlaşma yapmaya lüzum görmezler. İyi niyet ve söz, her şeyi halleder. Osmanlılar verdikleri sözün esiridirler. Bu tutumları yalnız dindaşlarına karşı değildir. Hangi dinden olursa olsun yabancılara karşı da böyle hareket ederler. Sözlerini tutma hususunda onlara göre müslim ve gayri müslim olmanın hiçbir farkı yoktur. Gayri meşru olan her kazancı, ahlaksızlık ve dine aykırı görürler. Gayri meşru edinilmiş servetin bu dünyada da öteki dünyada da insanı bedbaht edeceğine samimi şekilde inanırlar.''

1 Aralık 2015 Salı

Tarih bunu bir defa yazdı. Yavuz sultan Selim Han'ın TİH çölünü geçip emanetleri alması

   
       Yıl 1516; Yavuz Sultan Selim Han, Merc-i Dabık zaferi ile Suriye nin kilidini açmış, Osmanlı ordusu Mısır seferinde ve asker TİH Çölüne çıkmak üzeredir. Tih Çölü kelimenin tam manası ile aşılmaz bir engeldir. Yer sarıdır, gök sarı... Güneş tepsi kadar iri, hava toz yüklüdür. Kum dağları devamlı yer değiştirir. Koca çölün vahası seyrektir. Molalar ayrı derttir.Sıcak kum vücudu kuşatır ama kumun az altı akrep, yılan kaynar. Kaypak zemin ağırlıksız yürüyen için bile yorucudur. Kaldı ki yerinden kıpırdamayan toplar, silahlar, çadırlar, kırbalar, barutlar...
      İşte böylesine sıkıntılı anlardan birinde Yavuz Sultan Selim Han ,atından iner, yürümeye başlar. Eh, sultanın yürüdüğü yerde hayvanına binmek kimin haddine? Bu işe mana veremeyen vezirler önceleri susmayı dener, yutkunup dururlar. Ama uzayınca gözleri kararır. ''Yetti gayri!'' deyip Hasan Can'ın yolunu keserler. Hafif asabi bir uslupla; ''Astırırsa astırsın , kestirirse kestirsin'' derler, ''ama itirazımız var!''
-Neye?
_Askeri yürütmesine!
      Yavuz Sultan Selim Han, Hasan Can ı sabırla dinler. Beklenilenin aksine manalı manalı güler. Nediminin kulağına eğilir: ''Peygamber efendimiz önümde yaya olarak yol gösteriyorlar'' der, ''Söyle onlara; eğer yakışır diyorlarsa, binelim atlarımıza.''
      İnanın ilahi yardım ortadadır. Nitekim hiç olmadık şeyler olur. Yağmur bulutları gelir ve gölge yapar, görülmedik yağmurlar yağar. Askerin susuzluğu gider. O güne kadar bu çölü 1 haftada geçen ikinci bir ordu yoktur. Sonunda Mısır feth olunur ve halifelik de OSMANLI SULTANLARIna geçer.

Kış aylarına yönelik sağlıklı beslenme önerileri

        
        Vücudun savunma sistemini güçlendirmek için A ve C vitamini gibi antioksidan vitaminlerden zengin, havuç, brokoli, kabak, lahana, karnabahar, maydonoz gibi sebzelerin yanı sıra kış aylarında bolca bulunan portakal, mandalina, elma, greyfurt gibi meyvelerin tüketimi önemlidir. Hem C vitamini ihtiyacından ötürü hem de su ihtiyacını karşılamak için taze sıkılmış meyve suları tüketilmelidir. E vitamini de bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinde etkilidir. Bu sebeble yeşil yapraklı sebzeler, fındık, ceviz gibi yağlı tohumlar ve kuru baklagiller tüketilmelidir. Balık, beyin fonksiyonlarının gelişimi içi gerekli çoklu doymamış yağ asitleri, kalsiyum, fosfor, selenyum ve iyot mineralleri için iyi bir kaynaktır. Bu nedenle kış aylarında tüketilmelidir. Katı margarinden kaçınılmalı, saf şeker ve şekerli besinler yerine kepekli ekmek, makarna, bulgur gibi tam tahıl ürünler tüketilmelidir. Enerjisi yüksek hamur tatlıları yerine sütlü tatlılar, meyve tatlıları tercih edilmelidir.

Beş tane daha püf noktası süt, makarna, canlı çiçek, temizlik ve kek kalıbı ile ilgili


*Süt kaynatacağınız tencerenin ağız kısmına bir miktar sıvı yağ sürerseniz taşmasını önleyecktir.
*Makarna haşladığınız suya birkaç damla sıvı yağ damlatırsanız hem makarnanız taşmaz hem de tane tane olup birbirine yapışmaz.
*Canlı çiçekleri çok seviyor fakat vazoda uzu ömürlü olmamalarına üzülüyorsanız vazonuzun içindeki suya bir tane aspirin atın.
*Lavabolarınızı ara sıra tuzla ovun. Kötü kokular gidecek, temizlenecek ve daha geç kir tutacaktır.
*Pişirdiğiniz kek kalıptan çıkmıyorsa ıslak bir bezin üzerine koyup bekletin.

Portakal ın faydalı özellikleri

       
 
        Diğer turunçgiller gibi şifalı olan portakal ateş düşürücü özelliğe sahiptir. Hastalanmadan önce tüketilmesi koruyucu etkisinden yararlanmaya imkan verir. Hastalandıktan sonra yenilen portakal, hastalığın seyrini etkilemez. Portakalda A, B, C vitamini ve fosfor bulunur. Sinir zafiyetini giderir. Portakal ağızdaki mikropları öldürür. Hasta ve çocukların kansızlığını giderir. Kan içindeki zararlı maddelerin temizlenmesini sağlar. Yemeklerden sonra yenilecek bir portakal hazmı kolaylaştırır. Kandaki şeker seviyesinin düşmesine yardım eder. Portakal ,şeker hastaları için hem bir gıda hem de ilaç vazifesi görür. Günde iki-üç adet yenilebilir.

9 Kasım 2015 Pazartesi

Vakit İkindi ŞİİRİ -YT-18.09.2014





Vakit ikindi

Vakit ikindi... Yapraklar birbaşka oynuyor,
Haber veriyor esen yel, gelen güzellikten,
Bu güzellikler hafifçe içime doluyor,
Bir de yağmur taneleri inmez mi gökten?

Heyhât! Odam dar gelir bana bu saatlerde,
Bir firârî olurum, kimse tutamaz beni,
Tek başımayım yağan yağmurda, esen yelde.
Sırılsıklam dolanırken düşünürüm seni.

İkindi yağmurlarım olursun, toprağıma.
Sararmış umutlarım ellerinde yeşerir.
Âb-ı hayat olursun çatlamış dudağıma,
Kurumuş hayallerim gözlerinde yeşerir.

Kokunu alırım, yere düşen her damlada,
Sanki bütün damlalar saçlarından sızıyor.
Hasretle dolmak daha da zordur, sonbaharda,
Belli ki gökler bile bunun için ağlıyor.

VAKİT İKİNDİ... Yaprakların boynu bükülmüş,
Yağmur dinmiş, hafiften bir esinti havada...
Güneş, son bir umut ışığıyla geri dönmüş,
Sevinçler, hüzünler... Yükselen gökkuşağında.

Bir şair, hayran hayran bakıyor; manzaraya.
En güzel resmini çiziyor, mısralarına,
Herkes hayran, herkes sevdalı, bu manzaraya.
Bir sen, dönüp bakmıyorsun şu mısralarına.

Şair, daha ne yapsın, görmeyen kör gönüle,
Güneş bile üzüntüden, dönmüş, kan gölüne.
Sen hâlâ kulak vermedin yaralı bülbüle,
Bir gün gelir solar, yazık olur o gülüne.

Eyvâh! Güneş düşüyor, karanlığın içine,
Boğuluyor, umutlarım gibi, çaresizce,
Gün bitti, kim bilir, kimler çıkar, yeni güne?
Bilinmezin içinde bilinmez, o son gece.
{(meçhul şair)-18.09.2014}

( Her hakkı saklıdır)

"ZEYTİNYAĞLI YİYEMEM AMAN" türküsünün acı gerçeği


Bursa yöresine ait bu türkü 2 Kasım 1954 tarihinde İhsan Kaplayan’ dan kaynak gösterilerek Muzaffer Sarısözen tarafından derlenmiştir.
Marshall Planı 2. Dünya Savaşı sonrasında 1947 yılında önerilen ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konan ABD kaynaklı bir ekonomik yardım paketidir. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 16 ülke, bu plan uyarınca ABD’den ekonomik kalkınma yardımı almıştır. ABD geçmişten beri dünyanın en büyük mısır üretici ülkesidir. ABD birikmiş olan mısır dağlarını eritmenin bir yolu olarak mısırözü yağı ihracatını keşfetmiştir. Marshal yardımının koşullarından biri Türkiye’nin ABD’den mısırözü yağı almasıdır.
(Yeni Sömürgecilik Açısından Gıda Emperyalizmi, Osman Nuri Koçtürk, Toplum Yayınları, 1966).
Buna koşut olarak Türkiye’de ilk margarin fabrikası kurulur. Yine aynı dönemde yüz binlerce zeytin ağacı sökülerek bir katliam yapılır. Kalan zeytin ağaçlarından elde edilen zeytinyağının büyük bölümü ABD tarafından Dolar karşılığı alınır ve mısırözü yağı TL karşılığı satılır.
Türk insanı zeytinyağından soğutularak mısır özü yağına ve margarine alıştırılır. Bu amaçla zeytinyağı ısınırsa kanser yapar gibi yalanlar uydurmaktan da geri kalınmaz. Hâlbuki zeytinyağı halk ağzındaki deyişiyle dumanlaşma derecesi en yüksek (en zor yanan) sıvı yağlardan biridir.
Bununla da kalınmaz, kötülemek için tıpkı bugün yapılan halkla ilişkiler endüstrisi çalışmaları gibi “Zeytinyağlı yiyemem aman, basmadan fistan giyemem aman…” diye türkü sipariş edilir ve ülkenin en popüler türküsü yapılır.
Katı yağ/margarine mahkûm edilen halk, 20-30 yılda bir kaşık yağa bile muhtaç hâle getirilir. Ve basma giyen kadınlar, plastik giysilerle tanıştırılır…

Zeytin yağlı yiyin, basma, fistan giyin...
Prof. Dr. Kenan Demirkol
(alıntıdır)

28 Ekim 2015 Çarşamba

Sende bu evlat acısı, bende de bu kuyruk acısı varken biz artık dost olamayız!




Kuyruk Acısı

Zamanın birinde, bir oduncu ormanda odun keserken çalı arasında bir yılana rastlamış.
Elindeki baltayı kaldırıp yılanın başını vurmak üzereyken bir an gözgöze gelmiş. Yaradana olan aşkı (yılan bile olsa) yaratılana yansımış ve yılana vurmaya kıyamamış.

Yılanda duygulanmış ve dile gelmiş; ''Ey insanoglu, sen bana kıyamadın, bende sana iyilik edecegim'' demiş.
Bir kör kuyuya dalmış ve kaybolmuş.
Biraz sonra agzında bir altın lira ile dönmüş ve ''Bundan böyle ömür boyu sana hergün bir altın lira verecegim!'' demiş.

Oduncu altını bozdurmuş ve evinde o gün şenlik olmuş.
Ailesi dahil hiç kimseye olanı biteni anlatmamış. Herkes sadece oduncunun çok çalıştıgı için durumunun düzeldigini zannetmiş.

Oduncu yıllar boyu hergün o kör kuyunun başına gitmiş, yılan ile buluşmuş ve altınını almış.
Birgün oduncu agır hastalanmış.
Kuyunun başına gidemez olmuş.
Birkaç gün geçince bolluga alışmış evinde darlık başlamış.

Oduncu oglunu yanına çagırmış ve yılanın sırrını anlatmış. ''Kör kuyunun başına git ve oglum oldugunu söyle; yılan sana altın verecek!'' demiş. Oglu inanmamış ama gitmiş.
Yılan önce saklanmış, sonra ortaya çıkmış.
Onun oduncunun oglu olduguna iyice kanaat getirince de kuyuya inip bir altın getirmiş. Oglan önce inanmadıgı hikayenin gerçek oldugunu görünce hırsa kapılmış, ''Kimbilir daha ne kadar altın var kuyunun içinde!'' diye düşünmüş.
Hırsla yılanı öldürmek için bir hamle yapmış, ıskalamış ama yılanın kuyrugunu koparmış.

Yılan da can havliyle dönüp oglanı sokmuş ve öldürmüş.
Akşam yaklaşıp da oglu gelmeyince oduncu iyice endişelenmiş. Hasta yatagından sürünerek bile olsa kalkmış.
Kuyunun başına gitmiş ki oglu cansız yatıyor.
Yılanda o anda görünmüş; kuyrugu yok ve kanlar içinde. Oduncu durumu anlamış ve çok üzülmüş.
Canının parçası oglu yerde cansız, yıllardır velinimeti olan yılanda yaralı...
''Hatalı olan oglum olmalı!'' demiş ve yılandan özür dilemiş. ''Tekrar dost olalım!'' demiş. Yılan ise acı acı gülümsemiş: ''Çok isterdim ama sende bu evlat acısı, bende de bu kuyruk acısı varken biz artık dost olamayız!'' demiş.

22 Ekim 2015 Perşembe

Aliye izzetBegovçiç in mükemmel sözleri




Bosna Savaşı esnasında, Osmanlı yadigârı ‪‎Mostar‬ Köprüsü’nün bulunduğu Mostar şehrinde ‪‎Hırvat‬ komutanla görüşen Aliya ‪‎İzzetbegoviç‬’e, komutan, tehdit havasında dağın tepesine dikilen devasa büyüklükteki haç’ı göstererek “Bak, biz haçı nasıl diktik. Şimdi sizin hilâlden daha yukarıda bir haçımız var. Bunu kaldırmaya gücünüz yeter mi?” diye manalı bir soru sorar. Aliya İzzetbegoviç de, bu söz karşısında meseleyi gülümseyerek geçiştirir, “Hele bir gün geceye dönsün” der.

Akşam karanlığı basınca da onu dışarıya davet edip şahadet parmağını göğe kaldırarak tüyleri diken diken eden şu sözleri söyler: “Sayın komutan, şimdi sen de bir semaya bakıver! Şu hilâli ve yıldızı görüyor musunuz? Senin onları yok etmeye gücün yeter mi? Ne kadar yükseklere haç dikseniz de onu geçemezsiniz ve asla onu oradan da indiremezsiniz. Onlar semada olduğu müddetçe biz de inşallah varlığımızı devam ettireceğiz!..”

( alıntıdır)

20 Ekim 2015 Salı

EVLENMEK İSTEYEN FAKİR GENÇ




Fakir delikanlı Kabe'nin etrafında hem dolaşıp
tavaf ediyor, hem de durmadan şöyle dua
ediyormuş:
— Ey bu Kabe'nin sahibi, benim evlenemeyecek
kadar fakir biri olduğumu biliyorsun. Ne olur,
tavaf ettiğim şu Beyt-i Şerif hürmetine beni
fakirlikten kurtar, ev-bark sahibi olacak kadar
bir imkâna sahip kil! Hac mevsimi boyunca bu
duayı tekrarlayan fakir genç, bir akşam üzeri
yine duasını yapmış, çıkarken ayaklarının
ucunda altın işlemeli bir kese görmüş.
Eğilip alarak içini açıp bakmış ki, saf altınla
dolu koca bir kese. Titremeye başlamış. Kendi
kendine söyleniyormuş:
— İşte yaptığım duam kabul oldu. Evlenip, ev-
bark sahibi olacak kadar servet elime geçti.
Ama hemen arkasından kalbinden sesler işitir
gibi olmuş:
— Hayır, bu para senin değildir. Bulana helâl
değildir. Sahibine mutlaka vermen gerektir..
Derken yaşlı bir adamın feryadı duyulmuş:
— İçi altın dolu kesemi kaybettim, bulan yok
mu? Hemen yaşlı adamın yanına koşmuş:
— Baba, demiş, işte kesen, buyur, al, boşuna
telâşlanma! İhtiyar, keseye bakmış, içindeki
altınları bir bir saymış, eksiksiz, tam olarak
kendisine verildiğini anlamış. Parayı iade eden
gence dönerek: — Bunu bana iade ettiğin için
sana yüz dinar versem alır mısın? diye
sormuş.
— Hayır, istemem.
— Peki elli dinar olsun. Onu da mı almazsın?
— Hayır, onu da istemem.
— Peki, ne istersin ya?
— Ben benim gibi kullardan bir şey istemem.
Ben Allah'dan istedim. Allah verirse O'ndan
alırım. Kullardan hakkım olmayan şeyi
istemem. Yaşlı adam bu gencin tok
gözlülüğüne, haramdan uzak kalışına hayran
olmuş. Oradan ayrılarak uzaklaşır gibi yapmış,
peşinden genci takibe başlamış.
Delikanlının kaldığı evi, gerçek durumunu
gizlice tahkik etmiş. Bir gün gencin evine yaşlı
bir hanım gelmiş:
— Oğlum, sen böyle yapayalnız ne yapıyorsun
bu evde? demiş. O da durumu anlatmış.
Kimsesiz, öksüz bir genç olduğunu söylemiş.
Yaşlı hanım kendisini dikkatle dinledikten
sonra söyle bir teklifte bulunmuş:
— Benim şimdiye kadar yabancı bir erkeğe
asla görünmemiş bir tane kızım var, onu sana
vermek istiyorum. Senin gibi dindar bir gence
bizim ihtiyacımız var.
— Ama teyze, ben fakir bir gencim, ne param,
ne barınacak doğru dürüst evim var, deyince
de yaşlı hanım şöyle karşılık vermiş:
— Evladım, senin evin de var, paran da. Gel
bakayım benimle.. Fakir genç merak ve
heyecanla yaşlı hanımın peşine düşmüş,
birlikte bir müddet yürüdükten sonra, saray gi­
bi bir evin kapısına gelmişler. Bir de ne
görsün,
Kâbenin yanında parasını bulup da verdiği
yaşlı zat kapıda duruyormuş. Gencin
şaşırdığını gören yaşlı zat şöyle konuş muş:
— Evlâdım, hiç şaşırma. Ben Kabe'nin
etrafında dolaşıp tavaf ederken Rabbime
sığınıyor,
"Ey Yüce Rabbim, benim bu biricik kızımı
senin emirlerine çok sadık, din dar bir gence
nasip eyle, haram-zâdelere düşürme" diye
yalvarıyordum. Bu duamın senin hakkında
kabul olduğunu tahmin ediyorum. Nitekim
istediğim gencin sen olduğunu gösteren bir
olay da o sırada cereyan etti.
Dikkat et. Şu benim beğeneceğini sandığım
tertemiz yürekli kızım, şu da ikinize
bağışladığım evim. Teklifimizi kabul edersen
bizi sevindirmiş olursun, belki kaderin hükmü­
nü de böylece yerine getirmiş oluruz. Fakir
genç, kendisi gibi o zatın da dua ettiğini anla­
yınca, bunda hikmet var deyip teklifi kabul
etmiş. Böylece yokluğu kapıdan attığı gibi,
huzurlu ve mes'ud bir yuvanın da sahibi
olmuş.
Onların bu hâli de bir ibret dersi olarak
kitaplara yazılmış, bizlere kadar nakledilmiş.
Allah'ın, doğruların yardımcısı olduğu böylece
nazara verilmiş.
Kaynak:Ahmed Şahin, Dini Hikâyeler, Cihan
Yayınları, İstanbul 2006, s. 125

Nar kabuğunun faydaları




Prof. Dr. Uslu, evde sıkılan narın kabuklarının asla atılmaması gerektiğini de belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:
”Gölgede veya 40-50 dereceyi geçmeyecek ortamlarda kurutarak, ufaladığımız nar kabuklarını serin bir yerde saklayalım.
Daha sonra 100 gram kaynamış suya, 2 gram nar kabuğu atarak, yaklaşık 10 dakika kaynatıp suyunu hemen her gün çay olarak tüketelim. Böylece başta kanser, kalp ve şeker hastalıkları olmak üzere pek çok hastalıktan kendimizi korumuş olacağız.
Hatta çay içmekten üşenirsek, kurutulmuş ve parçalanmış nar kabuklarını, kahve çekme makinelerinde toz haline getirip, bir çay ya da kahve kaşığı tozu salata, peynir gibi gıdalarla direk olarak ta tüketebiliriz.
Özellikle şeker hastaları beta hücrelerini artıracak bu tozu tüketmeye özel çaba göstermelidir. Genelde tüm meyvelerde olduğu gibi narın da en değerli yeri kabuğudur. Bir ilaç gibi içtiğimiz nar suyundan arta kalan kabukları da asla atmayalım ve başta kanser, şeker ve kalp olmak üzere hemen hemen tüm hastalıklardan korunalım.”

19 Ekim 2015 Pazartesi

Kulak ağrısına bitkisel çözüm





  • KULAK AĞRISINA bitkisel çözüm soğan suyu:

Şiddetli kulak ağrısı çekenlere soğan suyu öneriliyor...
Ağrıyan kulağın içine 1 damla (fazla değil) çiğ soğan suyu damlatın. Ya da kulak temizleme çubuğunun ucundaki pamuğa soğan suyu damlatarak kulağınızın içine sürün. 2 dakika içinde kulak ağrısı geçecektir.

El yapımı Maket Gemi, maket gulet yapımı


Proje ödevi olarak yapabilirisiniz.

7 Ekim 2015 Çarşamba

Aziz Sancar kimdir? Nobel Barış Ödülü'nü aldı



Aziz Sancar, Mardin’in Savur ilçesinde, okuma yazma bilmeyen ancak eğitime önem veren sekiz çocuklu bir anne – babanın çocuğu olarak doğdu. İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitirdi. Yurtdışında yaptığı çalışmalarla Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi’ne kabul edilen üç Türk’ten biri oldu.

ABD'deki Kuzey Carolina Üniversitesi Biyokimya ve Biyofizik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aziz Sancar, kanser tedavisinde 'ritmik saat' buluşuna imza atarak dünyaca çapında üne kavuşmuştu.

Sancar, 'DNA tamiri' ve 'hücre döngüsü kontrol noktası' gibi konularda yaptığı çalışmalarla da adını duyurmuştu.

4 Ekim 2015 Pazar

Su kanalında Su Kayağı



Seydikemer'in Eşen mahallesinde sulama kanalında vatandaşlar hem serinliyor hem de su kayağı yapıyorlar.ilginç bir icat olmuş. Vatandaşlar yine imkansızlıkları eğlenceye çeviriyor. Görüntü herşeyi anlatıyor.

OSMANLI zamanında EVLİLİK TEKLİFİ ve KÖTÜ AKIBET




OSMANLICA EVLİLİK TEKLİFİ ve KÖTÜ AKIBET
Osmanlı zamanında bir beyefendi bir hanımefendinin karşısına geçer der
ki;
''-Ey ...dilberi rana! Ey tesadüf-ü müstesna! O mahrem
suratınızı görünce size lahza-i kalpten sarsıldım... Niyetim zat-ı aliyyenizi
taciz etmek değildir...Bilakis efkar-i umumiyede ufak bir aile bacası
tüttürmektir.. Sözlerim sizi temin ve tatmin edecekse şayet,zevc-i
izdivacınıza talibim!..''
Hanımefendi de cevaben der ki;
''-O mahrem suratınıza bir sille-i osmaniye nakşedersem sekte-i kalpten terk-i hayat edersiniz...''

9 Eylül 2015 Çarşamba

ZEYTİN ve ZEYTİNYAĞI



       Adı Kur' an' da geçen bu meyve bilinen hiçbir zarar ve yan etkisi bulunmayan, dolayısıyla mutlaka faydadan ibaret kabul edilen bir şifa deposudur. Uzun ömürlü zeytin ağacı, yaprağı, gövdesinin kabuğu ve meyvesi ile şifa dağıtır. Başka hiçbir besin maddesinde rastlanmayıp sadece zeytinde bulunan uçucu yağlar ve organik asitler vardır. Yaprakları idrar söktürücü ve ateş düşürücü olarak kullanılır. Şeker hastalığından tansiyona kadar birçok derde devadır. Zeytinyağlı sabunlar saç dökülmesini önler, saçın çabuk uzamasını sağlar ve onarır. Besleyici değeri çok fazla olan zeytin bol miktarda bitkisel protein, yağ, A, C, E vitamini ile kalsiyum, fosfor, kükürt, klor ve magnezyum mineralleri içerir. Kalp ve damar sağlığı için çok faydalıdır. Ülkemizde sadece yağ olarak kullanılmıyor olması ayrı bir güzelliktir. Kahvaltılarımızın vazgeçilmezi olan Zeytinin ebadı önemli değildir. Az işlenmiş olanı tercih edilmelidir. ( kimyasal işlem görenlerin faydası kaybolmakta hatta zararlı hale gelebilmektedir). Kırma zeytin en az müdahalenin yapıldığı zeytin çeşididir


6 Eylül 2015 Pazar

Yön ve Kıble bulma usulleri



Güneş ve sopa usulü :

a) Güneşli bir havada yere 50 cm.  Uzunluğunda bir çubuk dikilir.
b) Dikilen çubuğun gölgesinin ucu işaretlenir.
c) Gölge 20 cm. lik hareket yapıncaya kadar (yaklaşık 15-20 dkk.) beklenir.
d) Gölgenin ucu yeniden işaretlenir.
e) İşaretlenen iki uç, bir doğru çizgi ile birleştirilir.
f) Bu doğru çizgi Doğu-Batı istikametini gösterir.
g) ilk istikametin daima batıyı göstereceği unutulmamalı.


Kutup yıldızı ile yön tayini:

a) Büyük ayı yıldız topluluğu bulunur.
b) Büyük ayının son iki yıldızı arasındaki mesafe ölçülür.
c) Bulunan aralığın 5 katı kadar mesafe 6.7. yıldız istikametine paralel gidildiğinde parlak bir yıldız görülür.
d) Bu parlak yıldız " Kutup Yıldızı ", bunun gösterdiği istikamet "Kuzey " dir

Güneş saat usulü:

a) Güneşli havada akreple güneşe nişan alınır.
b) Akrep ile 12 arası açı ortayı güneyi gösterir.

Pusula usülü:

a) Pusula yere paralel tutulur.
b) Pusulanın " N" yazan ucu kuzeyi, " S" yazan ucu güneyi  gösterir.

Özel işaretlerle yön tayini usülü

a) Minare kapıları GÜNEY istikametindedir.
b) Müslüman mezar başları BATI istikametindedir.
c) Ağaçların yosunlu tarafı KUZEY istikametindedir.
d) Karıncalar yuva yaparken çıkardığı toprağı yuvanın KUZEY istikametine yığarlar.

20 Ağustos 2015 Perşembe

Ahşap Binaların sağlıklı yaşama etkileri




+ Ahşap yapılarda yaşayanlar, fizyolojik ve psikolojik yönden kendilerini çok daha sağlıklı hissederler.
+Romatizma, astım, böbrek hastalıkları ve dolaşım bozuklukları üzerinde olumlu etkileri olur.
+Japon deprem uzmanları, dünyada depreme en dayanıklı yapının Osmanlı ahşap karkas sistemi olduğunu açıkladılar.
+ABD 'deki evlerin yaklaşık % 90' ı ahşaptır.
+ABD 'de 200 yıldır ahşap ev yapılmaya başlandı. Anadolu da ise 10 bin yıldır ahşap ev yapılıyor.
+Şiddetli bir deprem sonrasında hasar gören ahşap bir yapı kısa zamanda onarılıp, tekrar içine girilebilir.
+Zaman içinde hasar gören taşıyıcı elemanlar yıkılmadan onarılabilir.
+Bu yapılar kolay kolay çökmez, çökse bile içindekilerin çoğu kurtulur.
+Beton bina, ahşaba göre 5 misli, çelik ise 13 misli ağırdır.
+1999 depreminde ahşap binalarda yaşayanlardan hiç kimse ölmemiştir.
+Tarihten günümüze ulaşan en güzel saraylar, tapınaklar ve diğer büyük yapıların hiçbirinde beton kullanılmamıştır ve binlerce yıldır ayakta kalmışlardır.
+1225 'te Ren Nehri'ne yapılan ahşap Basel Köprüsü 1903 yılına kadar 774 yıl hizmet vermiştir.
+13. ve 14. yüzyıllarda yapılan, ahşap kolon ve çatıları olan Kastamonu, Mahmutbey, Beyşehir, Eşrefoğlu ve Afyon ulu camileri, özel bir bakım yapılmaksızın 600-700 yıldır ayaktadır.
+Dünyanın en büyük tarihi 3 ahşap yapısından biri olan, Büyükada' daki Rum Yetimhanesi 100 metre boyu ve 8 katlı bir binaya eşdeğer yüksekliğiyle tam 100 yıldır ayaktadır.
+Bir yangın sırasında, çelik bir çatının 600 dereceden sonra çökme riski belirir ve 15 dakika içinde çökebilir, buna karşılık ahşap bir çatı ortalama 1 saat ayakta kalabilir.

6 Ağustos 2015 Perşembe

Pratik bilgiler, Püf-Noktalar




1- Yemeğinizin tuzu fazla kaçmışsa tercereye bir kaç parça patates koyun fazla tuzu çekecektir.
2- Patates pişirirken suyuna birkaç damla sirke ekleyin. Böylece hem rengi sapsarı kalacak hem de çok leziz bir hal alacaktır.
3- Domatesin kabuğunu kolay soymak için yapılacak en pratik işlem sıcak suya koymaktır. Çıkardığınızda bıçağın arkasıyla kolayca soyabilirsiniz.
4- Kuru bakliyatları bir gün önceden suda bekletip pişirirseniz daha kolay netice alacaksınız. Pişerken içine bir miktar karbonat koymak da diğer bir kolaylıktır.
5- Pilavınızı tekrar ısıtırken su kaynattığınız geniş bir tencerenin içinde bekletirseniz tane tane kaldığını göreceksiniz.
6- Şifasını herkesin bildiği sarımsaktan en güzel yararlanma yolu her sebze yemeğine birkaç diş koymaktır. Böylece hem kötü kokusu gitmiş olur hem de içerdiği fayda yemeğe geçmiş olur.
7- Pazardan aldığınız yeşil yapraklı bitkileri hemen temizleyip gazeteye sarar, bu şekilde buzdolabına koyarsanız daha daha uzun süre dayandıklarını göreceksiniz.

28 Temmuz 2015 Salı

Civciv yumurtasındaki hikmet


 

     Amerikalı bir âlim, tavuğu kuluçkaya yatırmadan, yumurtaları tavuğun verdiği hararet derecesinde bulundurmak suretiyle civciv çıkartmaya çalışıyor.
      Yumurtaları civciv makinesine koyduğunda, makinenin yumurtalarının her tarafını ısıttığını, dolayısıyla döndürülmeye lüzum olmadığını kabul ederek döndürmüyor... Ama gereken miktar beklediği halde bir türlü civcivler yumurtadan çıkmıyor.
       Bunun üzerine adam deneyi tekrarlıyor ve tavuğun yaptığını örnek alarak yumurtaları döndürüyor. Zamanı gelince civcivler çıkıyor. Yumurtaların döndürülmesinin ilmî sebebi şöyle izah edilmektedir.
       Civciv yumurtada iken, aldığı gıda maddeleri vücudun aşağı kısımlarında birikmektedir. Hareket etmeden durduğu takdirde bu kısımdaki vücud dokuları ezilmektedir. Bu sebeble, tavuk kuluçkanın ilk günü ve son günü yumurtayı döndürmektedir.
       Bu da gösteriyor ki onun FITRÎ bir ilham sayesinde vücud bulduğunun bir delilidir.

27 Temmuz 2015 Pazartesi

Kargalar



Karga karga gak dedi
Çık şu dala bak dedi
Çıktım baktım o dala
Bu karga ne budala.

     

       Sesini pek beğenmediğimiz ve tekerlemelerde budala deyip kötülediğimiz bu kuş, hayvanlar alemindeki en hayâlı kuştur. Kuş sınıfı içinde en zeki grup olan corvidae familyasına mensuptur. Ağaç kabukları arasındaki böcekleri çıkarmak için ince dalları alet olarak kullanabilirler. Kabuklu yemişleri arabaların altına atıp kırmayı akıl ettiklerini de biliyoruz. Grup halinde yaşayıp, yırtıcı hayvan saldırısına hep birlikte karşı koyarlar. Bir kere tehlike atlattıkları yerden bir daha asla geçmezler.

25 Temmuz 2015 Cumartesi

Kekik ve faydaları

      Türkiye 'nin her yerinde yetişebilen bu rayihalı ot önemli bir şifa kaynağıdır. Öncelikle kramp çözücü, rahatlatıcı, balgam sökücü etkisiyle bilinir. Yağlı yemeklerin kokularını hafifletir. İltihapları giderir. Öksürük ve üst solunum yolları hastalıklarında ilaç olarak kullanılır. Yıkanma suyuna konulan bir miktar kekik vücudu dinlendirir, kemikleri güçlendirir, cilde tazelik ve canlılık verir. Özellikle zayıflık ve güçsüzlük gözlemlenen çocukların kekik suyuyla banyo yapması faydalı olacaktır. Sabahları çay veya kahve yerine içilecek bir bardak kekik suyu dimağı açar, algılama gücünü artırır. Düzenli olarak sabahları alınırsa eşsiz bir kuvvet ve zindelik verir. Zatürre, boğmaca gibi hastalıklara karşı alınabilecek en güzel önlemlerden biri de kaynamış suya atılacak bir avuç kekiktir. Kekik kullanımında dikkat edilecek husus içerdiği eterli yağın uçmaması için kekiği kaynatmadan kullanmaktır. Kaynamış suya atılması kafidir. Daha fazla yarar sağlamak için çorbalar ve kızartmalarda baharat olarak kullanılmalıdır.

23 Temmuz 2015 Perşembe

Damacana da karpuz yetiştiren adam

       Muğla Seydikemer Atlıdere de damacana da yetişen karpuz.                                                  
         

Et haşlamanın püf noktaları

      Etin en sağlıklı tüketilme şekli haşlanmasıdır.
Haşlanılan etin lezzetli olması için önce suyun kaynatılması gerekir.
Soğuk suya konularak haşlanan et lezzetsiz olur.
Haşlama esnasında yüzeye çıkan köpük alınmazsa etin rengi matlaşır, lezzeti bozulur.
      En iyi haşlama boyun kısmından olur.
Etin haşlandığı suya bir soğan ve birkaç karanfil atılması lezzetini arttırır.

22 Temmuz 2015 Çarşamba

Turp gibi olmak


 Önemi ölçüsünde istifade etmediğimiz sebzelerden biri de turptur. Oysa turp, bütün kış hastalıklarına karşı ilaçtır. Halk dilinde " TURP GİBİ OLMAK " deyimi boş yere kullanılamaz. Kırmızısı da siyahı da kışı hastalıksız atlatmak için şarttır. Gerek kökünden gerek yaprağından bol bol istifade etmek gerekir. Turp öncelikle karaciğer dostudur. Karaciğeri temizler, dolayısıyla kanı arındırır. Sarılığa iyi gelir. Akciğerlere de iyi gelir. Astım ve bronşite karşı etkilidir. Turp suyu balla birlikte alınırsa öksürüğü keser. İdrar söktürür, kabızlığı giderir. İçerdiği B vitamini dolayısıyla saçlara iyi gelir, cilde tazelik ve canlılık verir. Damar sertliğine karşı etkilidir. Şeker hastalığında kullanılır. Diş etlerini kuvvetlendirir.

Sağlığımıza Dikkat Edelim




       İyi uyuyun. Uykunun kalitesi süresiyle ilgili değildir, rahat ve vakitli bir uyku bedeni ve zihni dinlendirir. Öfkenizi kontrol edin. Öfke beyne ve kalbe yüktür. Yapmanız gereken işler arasında bir seçim yapın ve size hangisi daha fazla zevk veriyorsa ve hangisi gerekliyse onu yapın. İnsanlarla dertleşin, konuşun ve onların sorunlarını öğrenip yardımcı olun. Başkalarına yardım etmek başarı duygusunu ve kendine saygıyı destekler. Başkalarının dertlerini gördükçe kendi sorunlarınızın ne kadar önemsiz olduğunu anlayabilirsiniz.
       Gülümsemeyi, şakalaşmayı ihmal etmeyin. Vakar çerçevesinde hayatınıza mizah katın. İşlerinizi ve ihtiyaçlarınızı listeleyin. İbadeti eda edip aradan çıkartılacak bir iş olarak görmeyin, ibadetin huzur bulma yolu olduğunu unutmayın. İman eden ve inanan bir insan olarak dünyanın gelip geçici olduğunu, bizden önce nicelerinin de üzülüp sıkılıp yaşadığını ama sonunda dünyayı terkettiğini akıldan çıkarmayarak dünyaya layık olduğundan fazla önem vermeyin.

21 Temmuz 2015 Salı

Karıncalar ve ilginç özellikleri





Tüm böcekler içinde en büyük beyin ağırlığına sahip hayvanlar karıncalardır.
Akciğerleri yoktur.
Mideleri  iki adettir.
Günde yedi saat uyuyan türleri vardır.
Ömürleri 45-60 gün arasındadır,
Dolayısıyla kendileri için çalışmazlar,
Tabiattaki görevlerini yerine getirirler.
Kraliçe karınca yıllarca yaşayabilir.
Koloni nüfusları yüz binleri bulabilir.
Koloni içinde her bir karıncanın görevi vardır.
İşçi bir karınca yiyecek bulduğunda özel bir koku salgılar, yuvanın diğer karıncaları bu kokuyu takip ederler.
Kendi ağırlıklarının yirmi katını taşımaya güçleri yeten bu hayvanlar yeni bir yiyecek buluncaya kadar eski iz üzerinde gidip gelirler.
       Karıncaların en baş düşmanları insanlardır. İnsanlar yaşam alanları içinde bu küçük zararsız hayvanları görmek istemezler, kimyasallar da doğadaki karıncaların yok olmasına sebeb olmaktadır. Oysa kimi araştırmacılar karınca türünün yok olması durumunda yeryüzündeki hayatın en fazla on yıl sürebileceğini düşünmektedirler.


Sirkenin Faydaları, püf noktaları



Sirke elimizin altında durması gereken bir maddedir. Sebze ve meyvelerin sirkeli suda kalması, temizlenmelerini, yaprakları arasındaki mikroorganizmaların dökülmelerini sağlar.
Makinede yıkanan bulaşıkların sirkeli sudan geçirilmesi deterjanın kimyasal etkisini yok eder.
Etlerin daha çabuk haşlanması için bir kaşık sirke eklenebilir.
Mutfak vb. yerler sirkeli su ile silinebilir.
Halıların silindiği suya bir kaşık sirke koymak halılarınıza canlılık verir.
Balık pişirirken ocağın yanına sirke ile ıslatılmış bir bez koyarsanız balık kokusunu çeker.
Sirke kokusunun uyarıcı etkisi zihni canlandırır.
Ateş düşürücü özelliğinden dolayı yüksek ateşli durumlarda sirkeli su ile kompres yapılır.
Çorba ve salataya tat verip iştah açan sirke aynı zamanda geleneksel tıpta kullanılan bir ilaçtır.
Enfeksiyona karşı etkilidir.
Kalp damar sağlığını koruyucu özelliği vardır.
Kolesterolü düşürür.
Kanı akışkan kılar.
Diş sağlığının devamını sağlar.

20 Temmuz 2015 Pazartesi

Hz. Ali (ra) dan özlü bir söz

Hz. Ali (ra) buyuruyor ki: " Alçakça söylenen bir söze karşılık vereyim deme, çünkü o sözün sahibinde onun gibi daha nice düşük seviyeli söz vardır. Senin sözüne yine onlarla cevap verir"

11 Temmuz 2015 Cumartesi

El Yapımı Ağaç Tornası nasıl yapılır


Proje ödevi olarak yapabilirisiniz.

Geri Dönüşüm için OYUNCAK yapmak Nasıl Olur?


Proje ödevi olarak yapabilirisiniz.

Kağıttan GÜL yapmak origami gül yapımı


Proje ödevi olarak yapabilirisiniz.

USB kablolu şarz cihazını OTG Kabloya Dönüştürme / OTG cable


Proje ödevi olarak yapabilirisiniz.

Cam kavanoz dan VAZO yapma !!!Süslü!!!




Proje ödevi olarak yapabilirisiniz.

Gazeteden şapka yapmak, nasıl şapka yapılır?

Su kabağından çalgı aleti yapma ( domuzları kovmak için yapılan bir icat...

Kuş kapanı böyle kurulur, bakalım nasıl yapılıyormuş

kağıttan süs yapma; özel günler için

Kürdan ve silgiden Nasıl robot yapılır?

9 Temmuz 2015 Perşembe

Bazı şeylerin değeri ölçülmez ; SEVGİ gibi mesela




Baba, işten yorgun argın eve geç gelmişti..

Çocuk: Baba, bir şey sorabilir miyim?
Baba: Evet..
Çocuk: Baba bir saatte ne kadar para kazanıyorsun?
Baba: Bu senin işin değil..
Çocuk: Babacığım lütfen, bilmek istiyorum..
Baba: İlle de bilmek istiyorsan 20 milyon..
Çocuk: Peki bana 10 milyon borç verir misin?
Baba: Benim senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi, derhal odana git ve kapını kapat..

Çocuk sessizce odasına çıkıp kapıyı kapattı.

Adam sinirli sinirli "Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder." diye düşündü. Aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşti ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşündü, "Belki de gerçekten lazımdı"...

Yukarı çocuğunun odasına çıktı ve kapıyı açtı...

Yatağında olan çocuğa, "Uyuyor musun" diye sordu. Çocuk "Hayır" diye cevap verdi...

"Al bakalım, istediğin 10 milyon. Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm. Ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim" dedi...

Çocuk sevinçle haykırdı, "Teşekkürler babacığım"... Hemen yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkardı. Adamın suratına baktı ve yavaşça paraları saydı.

Bunu gören adam iyice sinirlenerek, "Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun? Benim, senin saçma çocuk oyunlarına ayıracak vaktim yok" diye kızdı...

Çocuk "Param vardı ama yeterince yoktu" dedi ve yüzünde mahcup bir gülücükle paraları babasına uzattı; "İşte 20 milyon...''Senin bir saatini alabilir miyim? Yarın 1 saat erken gelebilir misin? Seninle akşam yemeğini beraber yemek istiyorum.'' dedi..

( alıntıdır)

5 Temmuz 2015 Pazar

Ciltleme sanatı ve Cilt bölümleri şeması




Kitap, mecmua ve albümlerin yapraklarını korumak ve dağılmasını önlemek için yapılan kaba cilt (cild) denmektedir. Cilt, Arapça bir kelimedir ve deri anlamına gelir. Eskiden bu sanat ciltlemek, deri ile kaplamak anlamına gelen teclit (teclid) kelimesi ile ifade edilirdi. Bu işi yapan ustaya mücellit (mücellid), teclit işlemi yapılmış kitaplara da mücellet (mücelled) denirdi.

Kaynaklarda en eski cilt örnekleri olarak 4.yüzyıla ait papirüs üzerine yapılan kaplamalar gösterilir. 8-9. yüzyıllarda Mısır'da Koptların, Orta Asya'da Uygurların sanatlı ciltler tasarladıkları anlaşılır. Eski Türklerin tarihine ait çalışmalara ışık tutan meşhur Karahoço kazılarında Mani yazmaları ve cilt parçaları, deri üzerine bıçakla kazınmış geometrik süslemeler şeklindedir.

Türk cilt sanatı Uygurlarla başlamış olup Türkler, kâğıt yapmayı Çinlilerden öğrenmiş ve cilt yapmaya başlamışlardır. Karahoça’da 8. yüzyıla ait olan ilk örneklerin devamına da rastlanmıştır.

İslâm cilt sanatının Mısır ve Tunus'ta bulunan 10-13. yüzyıllar arasındaki ciltlerle başladığı kabul edilmektedir. Bütün İslâm ciltlerinin benzerlikleri dikkat çekicidir. 11. yüzyılda Anadolu'ya hâkim olan Selçuklular iki yüzyıl boyunca sanatlı ciltler meydana getirmişlerdir. Rumî adı verilen Anadolu Selçuklu cilt üslubu Memluklar, İlhanlılar ve Anadolu Beylikleri’nde devam etmiştir. Beyliklerden Osmanlı'ya intikal eden tarz 15. yüzyıl Memluklu ciltleriyle büyük benzerlikler arz etmektedir. Klâsik Osmanlı ciltçiliği Türk ve İslâm cildinin zirvedeki temsilcisi olmuştur.


Klasik Türk cildinde şu kısımlar bulunur:

1-Kitapla ölçüsü aynı olan, kenar çıkıntıları olmayan alt (Sol) ve üst (Sağ) kapaklar

2-Kitabın arka kısmını oluşturan dip yani sırt

3-Kitabın ön kısmını örten alt (Sol) kapağa bağlı mıklep

4-Mıklebi alt (Sol) kapağa bağlayan, mıklebin hareket etmesini sağlayan ve kitabın ağız kısmını koruyan sertap

5- Dikiş ve dikişi sağlamlaştıran şiraze.

(alıntı vardır : turkislamsanatlari.com)

Şu konu da ilginizi çekebilir

http://dikkatli.blogspot.com/2016/03/el-yapm-kitap-ciltleme-kapak-nasl-yaplr.html


26 Haziran 2015 Cuma

Ertuğrul Gazi (Osmanlı Devletinin dedesi...)




Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte yaygın görüşe göre Ertuğrul Gazi 1189´ da doğmuş 1231 de Söğüt e yerleşmiş 1281 vefat etmiştir. Babası Süleyman Şah, annesi Hayme Ana, eşi ise Halime Hatundur.
Osmanlı Devletinin kurucusu olan Osman Gâzinin babasıdır. Oğuzların Bozok koluna bağlı Kayı boyundan Süleyman Şahın oğludur. Cengiz´in İslâm memleketini talan ettiği sırada babası, Selçuklu topraklarında yaşamak üzere kabîlesiyle berâber ülkesini terk etmiş, Amu Deryâ´yı geçip, Oğuzların yoğun olduğu Ard havzasına gelmiştir. 1220´lerde Horasan´ın kuzey sınırına, oradan Karakum Gölünün güneyine, oradan da Merv yoluyla Ahlat´a ulaşmıştır. Moğol ateşinin Doğu Anadolu´yu da sarması üzerine kabîlesine daha uygun bir yer arayan Süleyman Şah, Rakka civarında Ca´ber Kalesi yakınında Fırat Nehrinden geçerken boğulmuştur.
Babalarının vefâtından sonra, Ertuğrul Gâzi kabîleye reis seçildi. Ağabeyleri Sungur Tekin ve Gündoğdu, kendilerine tâbi kabîle mensuplarıyla berâber Ahlat´a geri döndüler. Ertuğrul Gâzi ise, kardeşi Dündâr Beyle berâber batıya hareket etti.

Sivas yakınlarında konakladıkları sırada Selçuklu ordusu ile büyük bir Moğol birliğinin savaşına şâhid oldular. Selçukluların yenilmekte olduğunu görünce, yiğitlik ve mertlik esaslarına göre, kuvvetleriyle onların yardımına koşan Ertuğrul Gâzi gâlip gelmelerini sağladı. Bunun üzerine Selçuklu Devletinin hükümdârı bulunan Sultan Alâeddîn, Ertuğrul Gâziye iltifât ederek hil´at gönderdi ve Ankara yakınındaki Karadağlar mıntıkasını ıktâ olarak verdi (1230). Ertuğrul Bey, bir müddet burada kaldıktan sonra, oğlu Savcı Beyi Konya´ya gönderince, Bursa ile Kütahya arasındaki Domaniç Dağları yaylak, Söğüt ile Karacaşehir kışlak olmak üzere kendilerine verildi. Bunun üzerine Ertuğrul Gâzî aşiretiyle berâber gelip, Söğüt ve Domaniç´e yerleşti. O civarlarda oturan Afşar (yâhut Alişar) ve Çavdar aşîretlerinin etrâfa verdikleri zararlara mâni oldu. Hıristiyan tekfûrlarla da iyi geçinmeye dikkat etti.
ertugrulgaziturbe1Adâleti, halka olan iyi muâmele ve yardımları o kadar çoktu ki, Hıristiyan tebaa bile kendisini sevip sayıyordu. Ertuğrul Gâzinin günden güne kuvvetlenmesi Karacahisar tekfûrunu kendisine cephe almaya yöneltti. Bunun üzerine Ertuğrul Gâzi Konya´ya giderek Sultan Alâeddîn´i bu hisarın fethine teşvik etti ve berâberce gelerek Karacahisar´ı kuşattılar. Moğolların Konya Ereğlisi´ni kuşatması üzerine, Sultan Alâeddîn geri döndü. Ancak Ertuğrul Gâzi muhâsaraya devâm etti. Bir müddet sonra kaleyi fetheden Ertuğrul Gâzi, tekfûru ve diğer esirleri kardeşi Dündar Gâzi ile birlikte Konya´ya Sultan´a gönderdi.

Ertuğrul Gâzi, Selçuklu Sultânı Alâeddîn´in vefâtına kadar altı sene etrâfın fethi ve İslâmiyetin yayılması için bütün gayreti ile çalıştı. Sultânın vefâtından sonra, Selçuklu hükümdârları arasındaki taht ve taç kavgalarına karışmayarak Söğüt uç bölgesinde tekfûrlarla mücâdeleye devâm etti. 1281 yılında 92 veya 96 yaşındayken Söğüt´te vefât ederek oraya defnedildi.
Ertuğrul Gâzi, çevresinde bulunan beyliklerden devletlerin durumlarını ve siyâsî şartlarını gâyet iyi değerlendirirdi. Komşuları ile dâimâ iyi geçinerek aşîret ve tebaasını güçlü bir durumda huzûr ve râhat içinde yaşattı. Çok cömert olan Ertuğrul Gâzi, fakirlere, düşkünlere dâimâ yardım ederdi. Yarım asır adâletle idâre ettiği bölgede Hıristiyanlara da İslâmiyeti sevdirdi. Ertuğrul Gâzinin ölümünden sonra, küçük oğlu Osmân Gâzi, kavim ve kabîlesinin reisi oldu. Osman Beyin bağrından çıkarak denizleri, diyarları, kıtaları ve ülkeleri muhteşem dalları arasına alacak olan çınarın kökü toprağa yayılmaya başladı. Öyle ki, bu çınarın gölgesi altında bütün insanlık, Asr-ı Saâdetten sonra, bir daha görüp hayâl edemediği bir şekilde tam altı asır yaşadı.

(alıntıdır)

22 Haziran 2015 Pazartesi

Hipotalamus nedir? Dikkat çeken ilginç özelliği....


     
       Sabah uyanınca koltuk altından ölçülen olağan vücut sıcaklığı 36,3 ile 37,1 derece arasında değişir. Vücut sıcaklığını ayarlayan merkez, beynimizdeki hipotalamustur. Hipotalamusdaki bu merkez bir termostat gibi çalışır. Hipotalamik termostatın ayar noktası 37,1 derecedir. Vücudun iç sıcaklığı koltuk altı sıcaklığından daha yüksektir, beyin sıcaklığı da vücudun iç sıcaklığı kabul edilir. Beyin sıcaklığı 37,1 derecenin altına düşerse hipotalamusdaki ısı üretimini sağlayan ve aynı zamanda ısı kaybını engelleyen mekanizmalar devreye sokulur. Vücut sıcaklığı bu derecenin üstüne çıkarsa ısı üreten mekanizmaların durdurulup ısı kaybına yol açan mekanizmaların çalıştırılması sağlanır.
       Böylece vücut sıcaklığımız olması gereken derecelerde olur.

Aşka dâir... ♥♥♥

Haklısın aramızda dağlar, denizler var,
Haklısın aramızda uçurumlar...
Senin sevdaların üç günlük masal,
Benim sevdalarım Allâh ' ına kadar... ( Ahmet Selçuk İlkan)
---------------
Ne yıldızları istiyorum gece yarılarıma
Ne güneşi istiyorum karanlığına
Çok değil sadece seni istiyorum, yalnızlığım
----------
Ilık bir rüzgar ediyordu
Nerden bilirdim fırtına kopacağını
Yağmurun yağacağını
Ve o yağmurun sen olacağını.
-------------
Gece midir, insanı hüzünlendiren, yoksa insan mıdır,
hüzünlenmek için geceyi geceyi bekleyen?
Gece midir, seni bana düşündüren yoksa ben miyim
Seni düşünmek için geceyi bekleyen?
----------
Kimseye gönlümü vermedim, içinde seni görürler diye
Kimsenin gönlünü almadım, içinde seni görürüm diye
------------
Dünyada iki türlü göz var;
Biri benden başka herkesi gören sen,
Diğeri senden başka kimseyi görmeyen ben


Aşkıma... çok duygulu aşk sözleri


AŞKIMA;
güzel gözlüme;
yaşamın en acı en uzun gecesii...
bu gece konuşabileceğim
elini tutabileceğim
ne bir dost
ne de bir arkadaş var..
yalnızca elimde kağıt
bu gece seni anlatıp seni yazacağım
önce o güzel gözlerini
hayalimde canlandırıp
saatlarce bıkmadan,usanmadan
bakacağımm
sonra da o güzel yüzünü düşüneceğim
ama sana dokunamayacağım
her şarkıda,
her şiirde
seni bulacağım
sana söyleyemediğimi
gecenin
karanlığında söyleyeceğim
ama
bilmezsin güzel gözlüm
her gecenin bir sabahı,
her zamanın bir saati,
hatta her kışın bile yazı vardır
sensiz geçen günlerimin sonu gelecek
ve sana
kavuştuğum o gün
boynuna sıkıca sarılacağıma
yemin ediyorum
sana yüzlerce ,binlerce hatta yüzbinlerce kez
SENİ SEVİYORUM diyeceğim
AŞKIMA...

21 Haziran 2015 Pazar

Ünlü matematik ve fizik bilgini FRED HOYLE ' nin dediği gibi...


Ünlü matematik ve fizik bilgini FRED HOYLE ' nin dediği gibi...
       " Yalnızca bir tek hücrenin bile tesadüfen kendiliğinden var olabilme olasılığı, bir fırtına sonucu bir hurda yığınından uçuşan demir parçalarının gökyüzünde birleşip tesadüfen bir Boing 747 uçağı oluşturma olasılığından daha düşüktür."  ( Fred HOYLE)

Bir Hayvanın İstifa Dilekçesi



Bir hayvanın istifa dilekçesi

Biliyorum, dünyanın nimetleri sırf benim için yaratılmadı.
Ben üstün değilim,
Ben farklı değilim,
Duymak istiyorsan eğer,
Bunu da haykırabilirim,
Ben İNSAN değilim.

20 Haziran 2015 Cumartesi

YOLDAKİ TAŞ... MUTLAKA OKUYUN



YOLDAKİ TAŞ

       Eski zamanlarda bir padişah, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurur ve kendisi de pencereye oturup, "Bakalım neler olacak?" diye seyreder. Ülkenin tüccarları, kervancıları, saray görevlileri birer birer kayanın etrafından dolaşıp saraya giderler. Pek çoğu da; "Halkından çok vergi alıyor,ama yolları temiz tutmuyor." diye padişahı yüksek sesle tenkit ederler.
        Birgün sırtındaki küfe ile saraya meyve ve sebze getirmekte olan bir köylü çıkagelir. Kayanın yanına gelince, sırtındaki küfeyi yere indirir ve iki eli ile kayaya sarılır ve ıkına sıkına itmeye başlar. Sonunda kan ter içinde kalır, ama kayayı da yolun kenarına çeker. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereyken, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu görür. Keseyi açar. İçi altınla doludur. Bir de padişahın yazısı vardır içinde: " BU ALTINLAR, kayayı yoldan çeken kişiye aittir."