9 Eylül 2016 Cuma

Maket Motosiklet yapımı - Ahşap el yapımı Motor


Bu çalışmamızda ahşaptan maket motor yapıyoruz. Minyatür bir motosiklet yapmak için gereken malzemeler ise şöyle sıralanabilir:
1- Kalın, ince ve uzun olarak kuru ağaç dalları
2- Sıvı yapıştırıcı
3- Vernik
4- Keskin bir bıçak, testere, budama makası
5- Ahşap yakma makinesi(isteğe bağlı)
Bu çalışmamız dikkat gerektiren ve ustalık gerektiren bir çalışmadır. Resimde de gördüğünüz gibi çoğu parçalar iki adettir ve simetriktir.
Öncelik olarak motorun gövdesini yapın, daha sonra ise ön ve arka tekerleri yapın. Daha sonra ise en boy oranına göre diğer parçaları yapın. Her parça yapıldıkta sonra yapıştırmaya başlayın. Ahşap yakma makinesini kullanarak çizimler yapılır.En sonunda ise verniklenir. Bu tarz bir çalışmayı yazı ile anlatmak kolay olmadığı için videomuzu izleyip yapabilirsiniz.
Dikkatli olun!!!
Kolay gelsin.

17 Haziran 2016 Cuma

Hani Camiye Gelmeyecektin?




Hani Camiye Gelmeyecektin?

Yolda karşılaştığımızda ezan okunuyordu.

-Gel seni camiye götüreyim, dedim. Bugün Cuma biliyorsun.

-Sen de benim camiye gitmediğimi biliyorsun, dedi

-Biliyorum ama, sebebini gerçekten merak ediyorum.

-Ne bileyim olmuyor işte, dedi.Hem pantolonumun ütüsü bozulup, dizleri çıkar diye endişe ediyorum.Gayri ihtiyari gülmeye başladım.

-Herhalde şaka yapıyorsun, dedim. Bunun için cami terk edilir mi?

-Ciddi söylüyorum, dedi. Giyimime ve özellikle yeşile düşkün olduğumu bilirsin.

Gerçekten öyleydi. Giydiği birbirinden güzel elbiseleri mutlaka yeşilin bir başka tonundan seçer ve her zaman ütülü tutardı.

-Peki, dedim.Hayatında hiç camiye gitmedin mi?

-Çocukken dedemle birkaç kere gitmiştim, dedi. Hem o yaşlarda dizlerim aşınacak diye herhalde endişe etmiyordum. Fakat artık camiye gidebileceğimi zannetmiyorum.

Söyledikleri beni son derece şaşırtmış ve bu konuyu açtığıma pişman etmişti. Daha sonra el sıkışıp ayrıldık.

Onunla konuşmamızdan 2 ay sonra, kendisinin camide olduğunu söylediler. Hemen gittim. Bahçedeki namaz saflarının en önünde duruyordu ve üzerinde yine yeşiller vardı.

Yavaşça yanına yaklaştım ve kısık bir sesle:

-Hani, dedim. Camiye gelmeyecektin?

Hiç sesini çıkarmadı. Çünkü musalla taşının üzerinde, yeşil örtülü bir tabut içinde yatıyordu.

4 Haziran 2016 Cumartesi

Muhammed Ali Kılay (Cassius Marcellus Clay) Kimdir, kaç yaşındadır, kaç tarihinde ölmüştür, ne kadar maç kazanmıştır?



Müslüman olmadan önceki ismi Cassius Marcellus Clay Jr. olan Muhammed Ali, 17 Ocak 1942'de Kentucky Louisville'de doğdu. Afro-Amerikan ve İrlanda kökenlidir. 12 yaşındayken boksla tanıştı ve kısa zaman içinde National AAU ve Altın Eldiven Şampiyonası'nda amatör kayıtlara girdi. Yine 1960'ta Roma'da ağır hafif sıklette altın madalyayı alarak profesyonel lige döndü. 18 yaşındayken katıldığı Roma Olimpiyatları'nda altın madalya aldıktan sonra ünü giderek artmaya başladı.

1964 yılında 22 yaşındayken, S. Liston'u yenip Dünya Şampiyonu oldu. Bu zaferden sonra dinini değiştirdiğini ve İslam'a geçtiğini açıkladı. Muhammed Ali ismini aldı ve çok sevdiği boks'a 1967'den 1970'e kadar ara vermek zorunda kaldı. "Vietnamlılar bana hiçbir kötülük yapmadılar ki onlarla savaşayım." diyerek Vietnam savaşına gitmediği için 5 yıl hapis ve 10 bin dolar para cezasına çarptırıldı. Lisansı ve pasaportu elinden alınınca dava süresince maddi sıkıntılar yaşadı ve iflas ettiğini açıkladı. Ailesinin yardımı ve üniversitelerde para karşılığı yaptığı konuşmalarla geçimini sağladı. 1970'te temyiz davasını kazanıp tekrar boksa döndü. 1971'de Joe Frazier ile 'Asrın maçı'na çıktı ve profesyonel boks kariyerinde ilk defa kaybetti. Uzmanlar üç buçuk sene aradan sonra sadece 2 maç yapan Muhammed Ali'nin bu kadar zor bir maça hazır olmadığı görüşünde hemfikirdi. Fakat o en kısa zamanda tekrar şampiyon olmak istiyordu. Ardından çenesinin kırıldığı maçta Ken Norton'a sayı ile yenilince, kendi ve yakınları dışında birçok kişi kariyerinin bittiğini sandı. Fakat o azmedip art arda unvan için rakip olan boksörleri bir bir yendi. Ken Norton'i yenip rövanşı aldı.

1973'te Joe Frazier ile unvan maçı için anlaştı. Arada sadece Joe Frazier-George Foreman maçı kalmıştı. Frazier sürpriz bir şekilde iki raund'da nakavt oldu. Ali böylece önce Fraizer ile maç yapıp arkasından da Foreman'la maç ayarladı ve iki maçı da nakavt'la kazandı. Böylece hem kaybettiği unvanını alacak hem de daha bitmediğini gösterecekti. 1974'te Foreman’ın bahisçilerde 7'ye 1 favori olduğu maçta rakibini hiç beklenmedik bir taktik ile sekizinci raundda nakavt edip hak ettiği unvanı Floyd Patterson'den sonra tekrar elde eden ikinci boksör oldu. 1978'de L. Spinks'e yenilip ardından aynı yıl rakibini yenince Dünya Şampiyonluğunu 3 kez elde eden ilk boksör oldu. O zamanlar sadece 2 Dünya Boks Federasyonu olması değerini daha da farklı kılıyordu. 2008 yılı itibari ile 8 Dünya Boks Federasyonu bulunuyordu. Muhammad Ali'nin etkin döneminde en iyi boksörler, unvanı elde edebilmek için, mutlaka karşı karşıya gelirlerdi. George Foreman'in 1994 yılında 20 sene aradan sonra tekrar Dünya Şampiyonu olması ve unvanını çok kez savunması, o dönemin boksunun birçok ülkede neden "Altın 70'li yıllar" diye anıldığını bize anlatıyor.

1978'de boksu Şampiyon olarak bıraktı. Sonra 1984'te Parkinson hastalığına yakalanmasına rağmen bunu gizleyip büyük para karşılığı iki maç daha yapıp kaybetti. İkisi de o vaktin veya sonrasının Dünya Şampiyonları idi. (eski sparring partneri Larry Holmes ve Trevor Berbick). Profesyonel döneminde sadece 5 kez yenilen, Olimpiyat ve Dünya Şampiyonu olan Muhammed Ali, 36 yaşına kadar bütün şampiyonlar için tek isim olmayı başardı ve 37'si nakavt olmak üzere 56 maç kazandı.

Ona sadece bir boksör olarak bakmamak gerekir. Çünkü o gücüyle olduğu kadar kişiliğiyle de hep daha iyisini yapmaya çalışmıştır. 1960 Roma Olimpiyatları'ndan döndükten iki gün sonra bir lokantada sadece beyazlara servis yapıldığını öğrenince, altın madalyasını Ohio Nehri'ne atmıştır. 1996 Atlanta Olimpiyatları'nda bu madalyanın yerine başka bir altın madalya kendisine verilmiştir.

Din olarak İslamiyet'i seçmiştir ve Vietnam Savaşı'na gitmemiştir. Bu durumu şöyle dile getirmiştir: "Benim onlarla sorunum yok." (I'I ain't got no quarrel with them Vietcong'). Bu nedenle unvanlarına el konuldu ve bokstan uzaklaştırıldı. Fakat o yılmadı. Bu süre içerisinde üniversiteleri dolaşarak İslamiyet'i anlattı. Malcolm X ile yakın ilişkileri oldu
(alıntıdır Wikipedia)

1 Mayıs 2016 Pazar

(FİZİK)FEN ve Teknoloji dersi tutum ölçeği anket dosyası ve hesaplama tablosu dosyaları

(FİZİK)FEN ve Teknoloji dersi tutum ölçeği dosyalarını aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz.

(FİZİK)FEN ve Teknoloji dersi tutum ölçeği anket dosyasını İNDİR


(FİZİK)FEN ve Teknoloji dersi tutum ölçeğini Hesaplama tablosunuİNDİR



Hadislerde eğitim öğretim ilkeleri üzerine bir deneme sunum dosyası

 Hadislerde eğitim öğretim ilkeleri üzerine bir deneme sunum dosyasına aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz.

İndirmek için TIKLAYIN
 (Alıntıdır.)

Medreselerin Bozulma ve Gerileme Sebebleri nelerdir? Sunum doyası ppt

 Medreselerin Bozulma ve Gerileme Sebebleri nelerdir? Konulu Sunum doyasını aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz. 
 
İndirmek için TIKLAYIN

Medreselerin Kuruluş Sebebleri nelerdir? Sunum doyası ppt

 Medreselerin Kuruluş Sebebleri nelerdir? Konulu Sunum doyasını aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz.

İndirmek için TIKLAYIN

28 Nisan 2016 Perşembe

Gül yapımı -3- Yumurta kartonundan GÜL nasıl yapılır?


       Hepimizin bildiği yumurtaları taşırken korumak için kullandığımız kartonu değerlendirmeyi düşündük. Bunun için de ilk iş onlardan bir gül tasarladık. Yapımı kolay görünümü güzel.


Bu gülümüzü yapmak için
1- Yumurta kartonu
2- Çöp şiş(vb.)
3-Yeşil renkli el işi kağıdı
4- Yapıştırıcı ve bant
5- Makas ve maket bıçağı
        Kartonun çukur yerleri ve tümsek yerleri gülümüzün yapraklarını oluşturuyor. Çöp şiş vb. gülümüzün sapını oluşturuyor. Sapını yeşil el işi kağıdı ile kaplıyoruz, dalına da yeşil yapraklarını yapıyoruz.

11 Nisan 2016 Pazartesi

İBADET ARTARSA RIZIK DA ARTAR...



İBADET ARTARSA RIZIK DA ARTAR...
Bir derviş. Evden ayrılışında hanımına işe gidiyorum diyerek ayrılır, ancak doğru tekkeye gider ibadet ederdi. Akşam eve döndüğünde Hanımı:
- Yiyecek bir şeyimiz yok biliyorsun, elin boş mu döndün, dediğinde de
- Çalıştığım zat öyle cömertki... Ondan para istemekden utanıyorum. Ay sonunda ücretimin tamamını toptan verecek, derdi.
Ay sonu geldiğinde, yine evden ayrılmış, tekkeye gitmiş, ibadete koyulmuştu. Akşam eve döneceğinde bir düşünce kendisini aldı, ay sonu idi, hanıma ne diyecekti. Mahzun mahzun eve doğru yürüyordu. Sonunda eve yaklaştı. Evden leziz yemek kokuları etrafa yayılıyordu. Şaşırmıştı, kapıyı hanımı güler yüzle açar, içeri girerler olanları kocasına şöyle anlatır:
- Kimin yanında çalışıyorsan bey, gerçekten cömert biriymiş. Öğle sıraları idi, nur yüzlü iki zat kapıyı çaldı:
"Bunlar beyinin iş ücretleridir. Eğer bundan sonra da işine devam eder ve daha fazla çalışırsa, ücereti daha da artacaktır" dediler ve taze kesilmiş koyun eti, çeşit çeşit yiyecek, hiç tatmadığım meyveler ve bir kese de altın verdiler. Allah razı olsun o kimseden. Açlıktan artık tahammülümüz kalmamıştı.
Hanımından bu sözleri dinleyen derviş Allah'a şükredip, ibadetine devam etti....
Allah neye kadir değil ki!
(Alıntıdır)

9 Nisan 2016 Cumartesi

Romen Diyojen ve Alpaslan arasında geçen tarihi konuşma


Romen Diyojen ve Alpaslan

Bizans İmparatoru Diyojen (Romanos Diogenes) Türkleri Anadolu’dan atmak için ordusuyla Malazgirt Ovası’na doğru yürüyordu. Parayla asker toplamış, Hıristiyanlığın en büyük lideri sayılan Papa’dan yardım görmüştü. Kibirliydi. Ordusu yürürken uzun uzun baktıktan sonra gülüyor ve etrafındakilere;
“Dünyada benim ordum kadar kuvvetli bir ordu olabilir mi?” diye soruyordu.
Etrafındakiler de gülüşüp cevap veriyorlardı;
“Asla İmparator Hazretleri!...Siz ve ordunuz, Alpaslan’ı dize getireceksiniz.”
“Öyle olacak. Alpaslan’ı atımın kuyruğuna bağlayıp sürükleyeceğim veya bir demir kafes içinde diyar diyar gezdireceğim!”
1071 yılı Ağustos’unun 25’inci (Cuma) günü iki ordu Malazgirt Ovası’nda karşılaştı.
Alpaslan’ın ordusu, düşman ordusunun dörtte biri kadardı. Fakat perva etmiyorlar, düşmanı yenmek ve Anadolu’yu “ebedi yurt” edinmek için savaşacaklarını biliyor, ALLAH’a güveniyorlardı.
Borular öttü, kösler vurdu, kılıçlar çekildi, atlar kişnedi.
Tekbir sesleri Malazgirt Ovası’nı uzun süre çınlattı. Savaş oldu, zafer Müslümanlara güldü. Ve kibirli İmparator Romen Diyojen, Sultan Alpaslan’a esir düştü.
Alpaslan, çadırına aldırdı Romen Diyojen’i… Sordu;
“Beni yakalasaydınız ne yapardınız?”
Romen Diyojen, utana sıkıla cevap verdi;
“Ya atımın kuyruğuna bağlar sürüklerdim veya bir demir kafese kilitleyip diyar diyar gezdirirdim.”
Tekrar sordu:
“Benim, size ne yapacağımı sanıyorsunuz?”
“Ya boynumu hemen vurduracaksınız yahut da benim size yapmayı tasarladığım gibi demir kafese kapatıp şehir şehir dolaştıracak ve zaferinizle övüneceksiniz.”
Sultan Alpaslan, yanındakilere döndü. İmparator’u işaret ederek,
“İşte aramızdaki fark!” dedi.
Sonra tekrar İmparator’a baktı;
“Sizi serbest bırakacağım İmparator…”
Romen Diyojen dondu kaldı. Verecek hiçbir cevap bulamadı. Yutkundu ve olduğu yere çöktü.
“Ne kadar büyük olduğunuzu şimdi anlıyorum.” diyebildi.

(Kaynak: Tarihimizde Yaşanmış Öyküler (syf.9-10-11) / Yavuz Bahadıroğlu)

1 Nisan 2016 Cuma

Maket Kabe yapımı nasıl olur



    Kabe'nin gerçek ölçüleri yukardaki resimde verilmiştir. Yapılan maket ise %100 küçültülerek yapılmıştır

28 Mart 2016 Pazartesi

Haram yiyen bir orduyla zafer kazanılmaz..!


Yavuz Sultan Selim Han ve ordusu sefere çıkmış.
Uzunca bir müddet yol aldıktan sonra, etrafı elma ağaçlarıyla çevrili bir yerde dinlenmeye çekilmiş ordu, bir müddet dinlendikten sonra da tekrar yola koyulmuş.
Biraz yol aldıktan sonra, Yavuz Sultan Selim Han vezirini yanına çağırmış:
- Canım elma istedi. Askerlere bir sor bakalım elma varsa versinler, demiş.
Vezir dışarı çıkmış, çadır çadır gezmeye başlamış. Ama kimsede elma yokmuş. Vezir, Yavuz’un huzuruna eli boş dönmüş. Utana sıkıla:
- Efendim, bir tane bile elma bulamadım, demiş.
Bu cevap Yavuz’u sevindirmiş. Gülümseyerek:
- Eğer bir elma bile çıksaydı bu seferden vazgeçerdim. Haram yiyen bir orduyla zafer kazanılmaz..!

11 Mart 2016 Cuma

İNSAN HAKLARI HAFTASI 10 Aralık

        İnsanlar arasında ırk, din, renk, yaş, cinsiyet ayırımı yapmadan sevgi, saygı, dostluk duygularını geliştirmek, insanın insan olmak haysiyeti ile sahip olması gereken hakların hepsine “ İnsan Hakları” denir. İnsan hakları, kişiyi kendi özüyle yaşatacak kurallardır. İnsanın insana hükmetmesi, onu ezmesi insan onuruna yakışmayan ve kabul edilemeyecek bir davranıştır. Bu tür ayırımların yapıldığı toplumlarda kavga, çatışma, isyan eksik olmamıştır. İnsanlar arasında hak, eşitlik, adalet, özgürlük düşüncesi yaygınlaştıkça bu konuyla ilgili mücadeleler de artmıştır. İnsanlara insan oldukları için sahip olmaları gereken bir takım hakların bulunduğu fikri ilk kez İngiltere’den ortaya atıldı.19. Yüzyılda Amerika ve diğer bir çok ülkelere yayılan bu fikir akımından sonra 1789 Fransız İhtilali Avrupa’da insan haklarının kabul edilmesini ve uygulanmasını sağlamıştır. Amerikan Cumhurbaşkanı Roosvelt ile İngiliz Başkanı Churcill tarafından imzalanıp duyurulan Atlantik Beyannamesinde insan hakları genişletildi. Bu beyannamede insanlara millet, inanç, ırk ayırımı gözetmeksizin herkes için eşit haklar konmuş ve yasaların korumasına verilmiştir. 24 Ekim 1945’te kurulan Birleşmiş Milletler Örgütü’nün öncelikle amacı dünyada barışı ve güvenliği sağlamaktı. 10 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler Örgütü “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi”ni kabul ve ilan etti. İnsan Hakları Beyannamesi 30 maddeden oluşmuştur. Bu beyanname insana değer veren, özgürlük, eşitlik tanıyan duyurudur.

Bu maddeler şunlardır:



  1. Bütün insanlar hür ve eşit doğarlar.
  2. Herkes ırk, renk, cins, din, siyasal ya da başka herhangi bir ayrılık gözetmeksizin, bildiride yazılı bütün haklardan ve özgürlüklerden yararlanma hakkına sahiptir.
  3. Yaşamak, özgürlük ve can güvenliği herkesin hakkıdır.
  4. Hiç kimseye işkence, zulüm, onur kırıcı ceza ya da işlem uygulanamaz.
  5. Yasalar önünde herkes eşittir.
  6. Hiç kimse yasalara aykırı olarak tutuklanamaz, alıkonulamaz, sürülemez.
  7. Herkes davasının bağımsız bir mahkemede görülmesi hakkına sahiptir.
  8. Herkesin özel hayatı, ailesi, konutu ve haberleşmesi yasayla korunmalıdır.
  9. Evlilik çağına gelen her erkek ve kadın, hiçbir ırk, renk, din şartına bağlı olmaksızın evlenme ve aile kurma hakkına sahiptir; aile, toplumun temel öğesidir. Toplum ve devlet tarafından korunma hakkına sahiptir.
  10. Herkes mal ve mülk edinme hakkına sahiptir.
  11. Herkesin düşünce, vicdan ve inanç özgürlüğü vardır.
  12. Herkesin çalışma, işini özgürce seçme ve işsizlikten kurtulma hakkı vardır.
  13. Herkesin eğitim hakkı vardır, ilk eğitim parasızdır.
  14. Kölelik ve kulluk yasaktır.
  15. Herkes nerede olursa olsun yasalar çerçevesinde korunur.
  16. Bütün insanlar Anayasaya uygun olarak yargı organına başvurma hakkına sahiptir.
  17. Bir suç işlemekten sanık olan herkese, savunması için gerekli bütün haklar sağlanmaktadır.
  18. Herkes dilediği devletin ülkesinde gezebilir, dilediği an terk edebilir veya ülkesine geri dönebilir.
  19. Herkes işkence karşısında yabancı bir ülkeye kaçabilir. Kaçtığı ülkede kendisine “Sığınmış İnsan” muamelesi yapılmalıdır.
  20. Her insan bir vatandaşlığa sahiptir.
  21. Her insanın düşünce, inanç ve din özgürlüğü vardır.
  22. Hiç kimse düşünce ve sözlerinden dolayı sorumlu tutulamaz.
  23. Herkes toplanma ve dernek kurma hakkına sahiptir. Hiç kimse bir derneğe girmek için zorlanamaz.
  24. Herkes doğrudan doğruya veya özgürce seçtiği temsilcilerle ülke yönetimine katılır.
  25. Kişinin sosyal güvenliğe kavuşturulması, uluslar arası işbirliği ya da devletin kaynaklarına uygun olarak gerçekleştirilir.
  26. Herkes dinleme, eğlenme, çalıştıktan sonra ücretli tatil yapma hakkına sahiptir.
  27. Herkes güzel sanatların her dalında çalışmak ve bu çalışmalara katılmak hakkına sahiptir.
  28. Bütün insanlar bu bildiride yazılı hak ve özgürlüklerin uygulanmasını sağlayacak bir sosyal düzeni hak etmiştir.
  29. Herkes bu bildirideki maddelere uyulmasının gerekli olduğunu kabul eder.
  30. Bu bildirinin hiç bir maddesinin, devlet, toplum ya da kişiler tarafından yok edilmesi için çalışma yapılamaz.
Sevgili Arkadaşlar! Okuduğum İnsan Hakları Evrensel Bildirisi her şeyi söyledi, başka bir şey söylemeye gerek var mı bilmiyorum ?
Hepinize, insan haklarına saygılı uzun bir ömür diliyorum.
 

28-ŞUBAT SİVİL SAVUNMA GÜNÜ



Sivil savunma düşman taarruzlarına, tabi afetlere ve büyük yangınlara karşı, halkın can ve mal kaybını en az seviyeye indirilmesi, hayati önem taşıyan her türlü resmi ve özel tesislerin korunması ve faaliyetlerinin devam ettirilmesi, acil tamir ve bakım savunma gayretlerinin sivil halk tarafından desteklenmesi ve cephe gerisi maneviyatının korunması amacıyla  alınacak her türlü silahsız koruyucu ve kurtarıcı tedbir ve faaliyetlere ”SİVİL SAVUNMA” denir.
               Dünya barışının devamı için, gösterilen bütün gayretlere ve insanlığın bugüne kadar geçirdiği acı deneyimlere rağmen yeryüzünde sonsuz bir barışın korunması yolunda kazandığı ilerlemelere paralel olarak yeni silahlar üretilmiştir.    
               Milli güvenlik için hazırlıklı olmanın gereğini inkâr etmemek gerekir. Sivil savunma hazırlıkları, dolaylı olarak savaşı önleyen faktörlerden biridir.
               Bu alanda yapılan eğitimlerin bir âmâcıda, barış zamanında görülen büyük yangın, sel ve depremler gibi sosyal ekonomik, hayatımızda, zaman zaman derin yaralar açan felaketlere karşı gereken hazırlıkları yapmak ve tedbirleri almaktır.
            Savaşta; yangın, deprem, sel ve benzeri doğal afetlerde kendinizi ve ailenizi nasıl koruyacağınızı size sivil savunma öğretir

               Sivil Savunmanın temel görevi düşman taarruzlarına, tabii afetlere ve büyük yangınlara karşı, halkın can ve mal kaybının asgari hadde indirilmesidir. Hayati öneme haiz her türlü kamu, özel teşebbüslerin korunması, faaliyetlerinin devam ettirebilmesi için acil onarım ve ıslahı, savunma gayretlerinin sivil halk tarafından azami şekilde desteklenmesi ve cephe gerisi maneviyatın muhafazası için her türlü silahsız, koruyucu ve kurtarıcı tedbirlerin alınması ve faaliyetlerin yapılmasını sağlamaktır.

               Birinci ve İkinci Dünya savaşlarında cephede olduğu kadar cephe gerisindeki sivil halkın zayiatının fazla olduğu gözlemlenmiştir. Gelişen teknoloji ve dünyanın jeolojik yapısına bakılarak savaşlar ve doğal afetler karşısında halkın can ve mal emniyetinin sağlanması konusunda tedbir almaya gidilmiş ve bu kavrama Sivil Savunma adı verilmiştir.

               Sivil Savunmanın tarihçesi şöyledir.

               Yurdumuzda sivil halkın korunmasına ilişkin önlemlerin başlangıç tarihi 1928 olup, bu yılda "Cephe Gerisinin Havaya Karşı Müdafaa, Muhafazası" adı altında bir “Talimname” çıkarılmıştır. Bundan sonra çeşitli idari düzenlemelerle yürütülen hizmetler 1938 yılından itibaren 3502 sayılı “PASİF KORUNMA KANUNU” ile yerine getirilmeye çalışılmıştır.

               II. Dünya Savaşı sırasında kullanılan uçakların ve silah menzillerinin cephe gerisine kadar uzanması nedeniyle bu savaşta sivillerin gördüğü zayiat ve ekonomik tesislerin uğradığı hasarlar dikkate alınarak, Türkiye'nin 1952 yılında NATO üyeliğine kabulünden sonra, 1959 yılında bugünkü Sivil Savunma teşkilat ve faaliyetlerini düzenleyen ''Sivil Savunma Kanunu'' yürürlüğe konulmuştur.

Tutum Yatırım ve Türk Malları Haftası 12 - 18 Aralık



İnsanların parasını, malını eşyalarını, zamanını ve sağlığını gerektirdiği gibi korumak ve kullanmasına tutumlu olmak denir. Tutumluluk hiçbir zaman cimrilik demek değildir.

Tutumlu insan eşyasını, malını düzenli ve temiz kullanır. Zamanını boşuna harcamaz. Kendisine ve çevresine yararlı işlerle geçirir gününü. Böylece kötü alışkanlıklardan da kurtulur. Mutlu ve güvenli olur.

Yalnızca kendimize ait olanı değil, elektriği, suyu, yiyecekleri, okulda kullanılan eşyaları, bize ait olmayan eşyaları kendimizinmiş gibi özenle korumalıyız. Topluma ve arkadaşlarımıza ait olan eşyalara zarar vermemeliyiz.

12 Aralığı kapsayan hafta "Tutum Yatırım ve Türk Malları Haftası" olarak kutlanmaktadır. Cumhuriyet döneminde temelleri atılan kendi kendine yeter bir toplum olmadaki ilk adım bugün de devam etmektedir.

Tutum ve yatırım alışkanlığı küçük yaşlarda kazanılır. Ders araçlarını, giysilerini, harçlığını tutumlu kullanan çocuk bu güzel alışkanlığı büyüyünce de devam ettirir. Küçükken boşa akan su musluğu, gereksiz yanan lambayı kapatan çocuk bu güzel alışkanlığı büyüyünce de devam ettirir. Okul çağlarında zamanı iyi değerlendirme alışkanlığı kazanan insan bu huyundan vazgeçmez. O nedenle çocukları küçük yaşlarda tutumlu olmaya özendirmeliyiz.

Tasarruf yapmak, milli kaynakların işletilmesi, yerli fabrikalar kurulması, paranın dış ülkelere gitmesini önlemek, temel tüketim maddelerini öz kaynaklardan karşılamak, ekonomimizi geliştirmek bu haftanın belli başlı amaçları içindedir.

Okullarımızda 12 - 18 Aralık tarihleri arasında kutlanan bu haftada tutum, yatırım ve Türk malları hakkında bilgi verilir. Şiirler okunur, konuşmalar yapılır, skeçler ve oyunlar oynanır. Yerli mallarımız tanıtılmaya çalışılır.

“Allah, bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın.”




Milletlerin hayatında geleceklerine yön veren önemli olaylar ve önemli şahsiyetler vardır. Genç nesillerin iyi yetişmesi,geleceğe güvenle bakabilmeleri, ve milli şuuru ayakta tutabilmek için bunları hatırlamak gerekir.
Ulusal birliğimizi güçlendiren, ulusal duygularımızı coşturan İstiklal Marşı’mız, büyük yurt sevgimizi, paylaştığımız ortak değerlerimizi, ortak ülkümüzü anlatan dizeleriyle Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının en önemli simgelerindendir.
Büyük şair Mehmet Akif Ersoy tarafından yazılan İstiklal Marşı, dünyadaki en haklı, en kutsal savaşlardan birini, sömürgeciliğe karşı verilmiş ilk kurtuluş savaşını, ulusal haykırışı, direnişi, heyecanı anlatan eşsiz bir yapıttır. Mehmet Akif, güçlü anlatımıyla seçkin bir eser oluşturmuş, özlü dizeleriyle ulusumuzun, ülkesine yönelen tehditlere kararlılıkla direneceğini; bağımsızlığını koşullar ne olursa olsun koruyacağını dünyaya duyurmuştur. Olanaksızlıklar içindeki halkımıza o zor koşullarda umut, güven ve inanç aşılamıştır.  İstiklal Marşı’ndaki yüce duyguların ve eşsiz anlatımın dayandığı temelleri, Akif’in de içinde olduğu, Milli Mücadele’nin olağanüstü koşullarında ve hiç kuşkusuz büyük şairin taşıdığı yüksek ruhta, vatanperverlikte, ulus ve insanlık onuruna düşkünlüğünde, ayrıca sanat gücünde aramalıdır.
Mehmet Akif;  edebiyatçı, şair, eğitimci, gazeteci, veteriner-hekim olma özellikleri ile çok yönlü kişiliğine bir de milletvekilliğini eklemiş, böylece toplumsal verimliliğini ve topluma katkılarını üst düzeye çıkarmış, etkileri kendi çağını aşarak günümüze ulaşmış bir aydındır. Merhum Akif’i hakkıyla anmak ona minnet borcunu ödemeyi gerektirir. Bu borcu ise ancak onu okuyarak, anlayarak onu hissederek ödeyebiliriz.
Onun özellikle üzerinde durduğu kesim gençliktir.
Mehmet Akif’in ideal genci Asım’ı tanımak, Asım’ın üzerinden Türk gençlerine seslenişlerini duymak, bugüne ve yarına örnek gençler kazanmada bize yol gösterecektir. Bir ölçüde Akif, bizi özeleştiriye yönlendirir ve görevimizi başarma derecemizi sorgulatır. Akif şöyle der:

“Asım’ın nesli… diyordum ya…nesilmiş gerçek
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.

 İstiklal Marşı Şairimiz Mehmet Akif’in, en büyük özelliği, ortaya koyduğu fikirleriyle, yaşadıklarının birebir örtüşmesi, özü neyse sözünün de o olmasıdır. 
 İşte bu özelliğinden dolayıdır ki Akif, kendi milletine bir yabancı gibi bakmamıştır. Milletinin sorunlarını, kendi sorunları olarak kabul etmiştir.
  Onun kaleme aldığı İstiklal Marşı da, milletiyle olan bu kutsal bağın en güzel dizeleridir. Bu nedenle İstiklâl Marşı, bizim umut  pınarımızdır, milletimizin şanlı destanıdır. 
Bugün, Türk İnsanının, İstiklal Marşı’na daha sıkı sarılmasına, daha gür bir sesle okumasına ihtiyacı vardır.
Konuşmama son verirken Ulu Önder’imiz Mustafa Kemal Atatürk, aziz şehitlerimiz ve İstiklal Şairimiz merhum Mehmet Akif’i şükran ve minnetle yad ediyor ve  son sözü yine üstadın dizelerine bırakıyorum:
       “Allah, bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın.”