MEZHEPLER TARİHİ DERS NOTLARI
1. GİRİŞ
a) Kavramsal Çerçeve
Mezhep: gidilen
yer, yol, gitme zamanı, gitmek gibi anlamlara gelir. Terim olarak ise; dinin
anlaşılması ve algılanmasından, dini farklılaşmadan kaynaklanan grupları ifade
eder. Bir diğer ifade ile insanların yaşadıkları sosyal çevrede dinin ana
kaynaklarını anlama ve uygulamada ortaya çıkan farklılıkların kurumlaştığı dini
gruptur. Dinle benzer anlam kümesine sahip olmasına rağmen din mezhebe göre
daha geniş ve kapsamlı bir anlamı içerir.
Din-mezhep arasındaki alt-üst
kimlik ilişkisi mezheplerin dinlerden sonra oluştuğunu ortaya koyar.
Peygamberimizin vefatıyla tebliğ etmiş olduğu din bazı kesimlerce, çeşitli
nedenlerle farklı yorumlanmış ve bu şekilde farklı anlayış biçimleri
oluşmuştur. Mezhepler beşeri nitelikli oluşumlardır. Beşeri nitelikli olmaları
geçerliliklerini ve diğer mezheplere ithamlarını tartışılabilir hale
getirmektedir. Din de ise tartışma mümkün değildir.
Mezhepler İslam’la ayni ve özdeş
değildir ancak tamamen de İslam dairesi dışında da değillerdir. Mezhepler dine
yaklaşım farklılığını ifade etmektedirler, din farklılığını değil.
“Dinde doğru dürüst olun ve onda fırkalara ayrılıklara düşmeyin.” (Şura
13)
Bu ve benzeri birçok ayete karşı
insanlar kendi menfaatleri için Kur’an ve Sünnetin arkasına sığınarak zümreler
oluşturmuşlardır. Geleneklerinden öğrendikleri inanç sistemlerini dinleştirip
diğer mezhepleri ötekileştirmişlerdir.
73 Fırka Hadisi;
Yahudiler 71 veya 72, Hristiyanlar
71 veya 72 fırkaya ayrılmışlardır. Benim ümmetimde 73 fırkaya ayrılacaktır.
Ek olarak bazı rivayetlerde:
Bunlardan 72 si cehennemde, 1 i ise cennettedir.
Hiçbir mezhep mutlak doğru veya
yanlış değildir. Her mezhebin az yada çok İslam Düşüncesine katkısı vardır.
Mezhep kelimesi yerine;
Makalat, makale; herhangi
bir konuda söylenilen söz veya sözler anlamına gelir. Düşünce ve inanç
safhasındaki ayrılıkları ifade etmek için kullanılır.
Nıhle, Nihal, minel; İddia,
telakki görüş anlamına gelir. Diğer dinleri ve onların alt grupları olan
mezhepleri içine alan geniş bir anlamı muhtevi olarak kullanılmıştır.
Fırka, fırak; Bir grup
insan, takım, parti anlamına gelir. Siyasi ve itikadi ayrılıkları ifade eden
gruplar için mezhep kelimesinin eş anlamlısı olarak kullanılır.
Ayrıca güncel dini grupları ifade
edip mezhep anlamı taşımayan; zümre, hizip, hareket, ekol, akım, oluşum, cemaat
kelimeleri de bulunmaktadır.
Ancak batı literatüründe kullanılan
heterodoksi kavramı Hristiyan geleneğindeki mezhepleşmeyi anlatırken, İslami
mezhepleşmeyi anlatmaktan uzaktır. Çünkü aynı Allah’a, aynı Peygambere ve aynı
kitaba inanan kimseler tekfir edilemez.
b) İslam Mezhepleri Tarihinin Konusu, Gayesi, Metodu
İslam mezhepleri tarihi: dini
farklılaşmadan kaynaklanan beşeri nitelikli grupların oluşum süreçlerini
bilimsel metotlarla inceleyen bilim dalıdır.
Bir gruba mezhep diyebilmek için;
1.
Toplumun diğer kesimlerinden farklılığını ifade eden
bir grup hareketine dönüşmesi
2.
Hareketin lider veya karizmatik bir yapı etrafında
oluşması
3.
Hareketin devamını sağlayacak literatürün derlenmesi
gibi olgular belirleyici ölçülerdir.
İslam mezhepleri tarihinin konusu;
Müslümanlar arasında çeşitli nedenlerle dini farklılaşma sonucu ortaya çıkan ve
mezhep niteliği taşıyan gruplardır. Bu gruplar tek tek ele alındığı gibi, bir
grubun kendi içinde ki fikri farklılaşmalar ele alınarak ortaya çıkan ayrılık
ve bölünmeler de incelenir.
Konuyu oluşturan ana mezhepler; Hariciye,
Şia, Mürciye, Mutezile, Ehli-i Sünnet Ve’l Cemaattir.
Ayrıca;
Vehhabilik, Bâtıniye, Nusayrilik, Dürzilik, Kadıyanilik, Babilik ve Bahailik,
Yezidilik ve Ehli-i Hak’ta ayrı başlıklar halinde incelenir.
Bir fırka incelenirken bütün
yönleri ortaya konulmaya çalışılır. Yani ne zaman nerde doğdu, niçin doğdu,
temsilcileri, kavramları, edebiyatları, diğerleriyle ilişkileri, günümüzdeki
durumu ve İslam’a katkıları vs.
İslam mezhepleri tarihinin gayesi; günümüze
kadar ortaya çıkmış mezhepleri en iyi şekilde bilmek (doğuşu, yapıları, aktiviteleri
vs.), objektif olarak bunları değerlendirip Müslümanların birlik ve beraberlik
içinde dinini en güzel yaşayabilecekleri bir ortam oluşturmaya çalışmaktır.İ.M.T
Tarih, Din Sosyolojisi, Din Psikolojisi ve Antropoloji gibi beşeri bilimlerin
metotlarından yararlanarak kendine özgü bir metot geliştirme gayretindedir.
İslam mezhepleri tarihinin metodu;Konuyla ilgili
şahıslar ve görüşleri üzerinde yoğunlaşmalı. Mezhep ismi üzerinde durulmalı
(verilişi, neden bu isimle adlandırıldığının arka planı incelenmeli). Mezhebin
ilk kaynakları (özellikle mezhep mensupları tarafından yazılmış olanlar) ele
alınmalı ve muhaliflerin fırka hakkındaki görüşleri titizlikle
değerlendirilmeli. Ortaya atılan görüş ve inanç ortamın sosyal, tarihi ve
siyasi şartlarıyla ilişkilendirilmelidir. (Fikir, hadise, mekan irtibatı)
İ.M.T normatif değil deskriptif bir
alandır. Yani konu hakkında objektif olunması gerekmektedir.
İ.M.T ele aldıkları konular
itibariyle; Kelam, İslam Tarihi, İslam Hukuk Tarihi, İslam Felsefesi Tarihi,
Tasavvuf Tarihi, Dinler Tarihi, Din Sosyolojisi, Din Psikolojisi gibi bilim
dallarıyla ilişki içerisindedir ve birbirlerinin verilerinden
yararlanmaktadırlar.
c) Klasik Mezhepler Tarihi Kaynakları
1) En-Nevbahtî
à Kitâbu Fıraki’ş-Şîa
2) El-Bağdâdî à el-Fark Beyne’l Fırak
3) Eş-Şehristânî à El-Minel
ve’n-Nihal
4) El-Yemenî à Kitabu’l-Fırak
5) F. Râzî à İtikâdu’l-Fıraki’l-Müslimîn
ve’l-Müşrikîn
2. MEZHEPLERİN DOĞUŞ NEDENLERİ
a) İnsandan Kaynaklanan Nedenler
Toplumdaki dini farklılıkların öznesi insandır. İnsan doğuştan getirdiği
özellikler, gelişme çağında şekillenen şahsiyet, toplum içindeki etkileşimi
farklılaşmalarda etkili olan unsurlardır.
I. Psikolojik Unsurlar
II. Sosyolojik Unsurlar
b) Müslüman Toplumundan Kaynaklanan Nedenler
i. Kuran’ın Anlaşılması
ii. Hz. Peygamber’in Mezhepçiliğe Alet Edilmesi
iii. Asabiyet-Fanatizm
iv. Siyasi Çekişmeler
c) Dış Nedenler
d) Müslümanlar Arasında Ortaya Çıkan İlk İhtilaflar
i. Devlet Başkanlığı, Hilafet-İmamet Tartışmaları
ii. Ridde Savaşları ve Yalancı Peygamberler
iii. Hz. Osman’a karşı girişilen İsyan
iv. Cemel Vakası
Hz. Osman’ın şehadetiyle boşalan
otorite boşluğunu asiler doldurmaları için halka baskı yapmaya başlamışlardı.
Bunun üzerine Hz. Ali’ye biat edildiği rivayet edilir. Bunun yanında
Medinelilerin tamamen biat etmedikleri de aktarılır. İlk iş olarak otoriteyi
sağlayıp daha sonra Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılması düşünülür ancak
Hz. Ali mevcut valileri değiştirmekle işe başlar. Şam valisi Muaviye bu işe
karşı çıkar. Hz. Osman’ın akrabası olması hasebiyle onun kanını talep ediyor ve
onun mirasının kendi hakkı olduğunu iddia ediyordu. Bu durum karşısında
sahabeler Hz. Ali’nin ne yapacağını merakla beklemekteydiler. Çünkü ilk defa sahabeler
ayrı cephede karşı karşıya gelmişlerdir.
Bu sırada Talha b. Ubeydullah ve Zübeyir
b. Avvam umre bahanesiyle Mekke’ye gelip Hz. Aişe ile görüştüler. Onlara daha
sonra Abdullah b. Amr ve Ya’la b. Münye yüklü miktarda para ve malla eşlik
ettiler. Yaklaşık 20bin kişiyle Hz. Osman’ın katillerini cezalandırmak için
Basra’ya hareket ettiler. Hz. Ali’nin atamış olduğu vali karşı koymak istediyse
de başarılı olamadı ve Basra’yı ele geçirdiler. Hz. Osman’ın katillerinden
yakaladıklarını öldürdüler. Bunun üzerine Hz. Ali de yaklaşık 20bin kişiyle
Basra’ya yola çıktı. Basra’ya ulaşınca Ka’ka b. Amr elçi olarak görevlendirildi
ve iki taraf anlaştılar. Fakat ne olduğu anlaşılmadan anlaşan iki taraf
birbirine girer ve çok sayıda Müslüman vefat eder. Bunlar arasında Talha ve Zübeyir’de
bulunur. İki tarafın çarpışmasının nedeni tarihi kaynaklarda Hz. Osman’ın
katillerinin işi olduğu belirtilir. Olay Hz. Aişe’nin devesi etrafında
gerçekleştiği için bu ismi almıştır.
v. Sıffin Savaşı
Basra’da hâkimiyeti sağladıktan sonra Hz. Ali Kufe’ye çekilip Şam’a
Muaviye’ye bir elçi göndermiş ancak yine olumsuz cevap üzerine Şam üzerine
yürümüştür. İki ordu Sıffin vadisinde karşı karşıya gelmiş ve yaklaşık 1 ay
küçük çaplı çarpışmalardan sonra Leyletül Harir günü büyük çaplı savaş başlamıştır.
Muaviye yenileceğini anlayıp kaçmaya karar verdiği anda Amr. İbn. As yanlarında
bulunan Kuran sahifelerini askerlerden mızrakların ucuna takmalarını istemiş ve
daha sonra “Allah’ın kitabı sizinle aramızda hakemdir.” Diye bağırmışlardır.
Hz. Ali bu durumun bir hile olduğunun bilincinde olarak yanındakilere
çarpışmayı söylediyse de yanındakiler “Allah’ın kitabına çağrıldıysa icabet
etmek gerek“ diyerek savaşı bırakmışlardır. Hatta eğer Hz. Ali ısrar ederse
durumu İbn. Affan gibi olacağını belirtmişlerdir. Nitekim savaş sonucu çok
sayıda Müslüman şehit olmuştur.
Daha sonra savaşın sonlanmasına sebep olan Kûfeliler Ebu Musa
El-Eşari’yi hakem seçmeleri gerektiğini belirmişlerdir. Hz. Ali ne kadar itiraz
ettiyse de Ebu Musa sonuçta hakem seçilmiştir. Muaviye’nin hakemi de Amr. İbn.
As olmuştur. Görüşmeler sonunda Allah’ın dirilttiğini diriltmek ve onunla
hükmetmek üzerine bir ateşkes metni hazırlanmıştır. Hz. Ali bu metni okurken
Urve b. Adiyy “Siz Allah’ın emrine ve hükümlerine ortak mı koştunuz. Hayır! Hüküm
yalnızca Allah’ındır ve ondan başkası hükmedemez.” Diyerek Temimoğulları ve
kendisine katılanlarla birlikte Nuhayle de toplanmışlardır. Tarihte ilk ortaya
çıkan fırka olarak adlandırılan bu grup Hariciye olarak tarihe geçmiştir.
Bu olaydan sonra iki tarafın hakemleri tekrar bir araya gelip devlet
yöneticisi için karar vermek istemişler ve Amr. İbn. As’ın meşhur oyunuyla
Muaviye’yi halife olarak tayin etmiştir. Hz. Ali bu kararın kitaba uymadığı
nedeniyle reddetmiş, Muaviye ise Hz. Osman’dan edindiğini iddia ettiği
haklarını genişleterek devlet başkanı olma hakkını elde etmiştir.
Değerlendirme
Müslümanlar arasında çıkan ihtilaflarda dikkat edilmesi gereken konu
sahabeler de olsa merkezde insan olma unsurunun olmasıdır. Dolayısıyla gerek
psikolojik, gerek sosyal yapıları problemlere çözüm arayışlarında etkili
olmuştur.
Bu fitne haraketlerini ilk olarak dini problem haline Hariciler
getirmişlerdir. Bu nedenle bu hareketlere katılanları direk cehenneme
göndermişlerdir. Şia ise Hz Ali ve onun yanında yer alan 15 sahabi
dışındakilere cehenneme uygun görürler. Mutezile’de Hariciler gibi bir tavır
takınırlar. Mürcie onların durumunu Allah’a havale ederler. Ehl-i Sünnet ise
tarafları haklı görerek onların cennete gideceklerine dair kanaate sahiptir.
NOT:Buraya kadar dikkat
edilirse Abdullah b. Sebe ismi hiç geçmez. Çünkü onun varlığıyla ilgili ciddi
şüpheler mevcuttur. Kısaca;
1.
Sebe ile ilgili rivayetler cerh edilen ravi Seyf’e dayanır.
2.
Akıl ve izan sahibi sahabe nasıl bir yahudiye uyar.
3.
Hz. Osman’ı şehit eden kabilenin Sebeiyye olarak adlandırılması güney
Arap kabilelerinden oluşmalarındandır.
4.
Sebe’ye isnad edilen Vasıyye ve Recat görüşleri için henüz çok erken
bir dönemdir.
|
EHL-İ SÜNNET VE’L CEMAAT
Müslümanlar
arasında görülen mezhepleri içinde geçmişte ve günümüzde en fazla müntesibi
olan Hz. Peygamber’in sünnetine ittiba ettiğini ve cemaat ehli olduğunu iddia
eden fırkadır.
a) Tanımı
Sünnet: Sözlükte yol, gidiş, adet demektir.
Sünnetullah: Allah’ın değişmez kanunları demektir.
Sünnet denildiğinde Müslümanların zihninde çağrıştırdığı
anlam Hz. Peygamberin yol ve gidişatı, Kur’an’dan sonra dinin ikinci esas
kaynağıdır. Kelam ilminde bid’atin karşıtıdır.
Cemaat: Lügatta topluluk, insan güruhu gibi anlamlara gelir.
Istılahta islam ümmetinin çokluğu, müctehid alimler topluluğu demektir.
Ümmetin birliğini ifade eden ana kitleyi teşkil eden ve
mevcut sistemle uyum sağlayıp, farklılaşma ihtiyacı hissetmeyen geniş topluluk
cemaat olarak kabul edilmiştir. Bu topluluğun kendisine nispet ettiği ehli
sünnet ve’l cemaat adı ise diğer her hangi bir grup tarafından kullanılmadığı
gibi bu adın cemaate nispeti diğer gruplar tarafından da kabul edilmiştir.
b) Doğusu
Sıffin savaşından sonraki iç mücadelelerden sonra sert
tavırlarıyla harici fırkasına tepki olarak doğmuştur. Mürcie de haricilerin tam
tersi görüşleri olarak ortaya çıkmıştır. İslam tarihinde ana kitleden ayrılan
ilk gruplardır. Emevilerin ehl-i beyte karşı muhalefet olmaları Müslümanlara
karşı muhalif söylemleri geliştirmesi sonucu şii zümreler oluşmuştur.
Emevilerin arap fatalizmini yeniden gündeme getirmeleri ve eylemlerini ilahi
kadere bağlamaları sonucu mabed el-cüheni ve gaylan et-dımeşk gibilerin başını
çektiği kadderiler fırkası doğdu. Kaderiler insanın fiillerinde hür olduğunu
savundular. Kaderi inkar ettiler. Karışan sosyal kültürel şartlar sonucu bu
görüşleri sistemleştiren mutezile fırkası doğdu. Kur’an’a dayalı inanç
esaslarını akli metodlarla sistematik olarak ilk defa ifade eden Mutezile
alışılmıştan farklı oldukları için ana kitlenin dışında kaldılar. Siyasi yapıda
Büveyhi hanedanı desteğini alarak Şii’lerin kendilerini ümmetten ayrı
hissetmeleri sonucu islam aleminde hiç bitmeyecek bir kutuplaşma olmuştur.
Bütün bu karışıklıklara karşı ana kitlede kendi kimliklerini tanımlama ihtiyacı
hissetmiştir. İlk ana mezheplerini H. 4. Yy başlarında oluşturan bu kitle
tespitlere göre ilk defa Ebul Leş Es-Semerkandi’nin Şerhu Fıkhul Ekber adlı
eserinde Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaat diye adlandırılmıştır. Ehl-i sünnetin
iddialarının dayanağı onların sahabiler hakkındaki kanaatleri, kendi
içlerindeki ayrılık ve bölünmelerde birbirlerine küfür itham etmemeleri,
görüşlerinde ifrat ve tefritten uzaklaşarak itidali, vasat ümmet tanımlamasına
en uygun gruptur.
c) Tarihçesi
Ehli Sünnet
vel Cemaat H. 4. Yy başlarında oluşmuştur. Hz. Hasan’ın devlet başkanlığını
anlaşmayla Muaviye’ye devrettiğiyıl cemaat yılı olarak tavsif edilmiştir.
Bunula birlikte cemaat kavramının ifade ettiği siyasi birliği ilk temsil
edenlerin Abdullah b. Ömer, Sa’d b. Ebi Vakkas gibi fitne hareketlerine
karışmayan, kendi işlerine bakan sahabiler olduğu kabul edilir. Bunlar iktidarı
ele geçirenlere sorgusuz bi’ad etmişlerdir. Bu sonraki yıllarda Sunniliğin
tipik siyasi tavrına emsal teşkil etmiştir. İslam alemindeki o karışıklıktan
uzak durup Kur’an’ı anlamaya çalışan İslam alimleri halkın gündelik hayatla
ilgiliproblemlerini çözerken temel kural ve kaideler koyarak ameli mezheplerin
doğmasına zemin hazırlamıştır. İlk dönem ulemaları yaşanılan akidevi problemler
ve siyasetin tamamen dışında kalmamışlardır. Özellikle Hasan el- Basri Emevi
vali ve halifelerini ikazdan geri kalmamıştır. Bu adımdan sonra Sünni
düşüncenin gelişiminde önemli bir yere sahip olan İmam Azam ebu Hanife Numan b.
S-Sabit’tir. Rasyonel ve hürriyetçi zihniyetle yetişmiş Ebu Hanife ilahi
sıfatları, kaderi ve şefaati kabul eder. Kur’an’ın mana itibariyle mahluk
olmadığını söyler. Fiillerimizin kendi kazançlarımız olduğunu ancak Allah
tarafından yaratıldığını savunur.
Ebu
Hanife’nin Mevali oluşu siyasi tavrını etkilemiştir. O otoriteye itaat ve sözlü
muhalefeti benimsemiş gibi görünüp dönemin politik şartları içinde başarıya
ulaşma ihtimali olan fikirleri desteklemiştir. Bu siyasi tavır, Sünniliğin
ikinci alternatif siyasi çizgisini teşkil etmiştir. Bu sünni çizgideki zihniyet
cumhur denilen ulema arasında biraz daha farklı tonda temsil edilmiştir. Cumhur
ulemasının ilk temsilcilerinden birisi İmam Malik kendi ekolünü politik
çekişmelerden bağımsız hicaz bölgesinde kurdu. O da Nebevi sünnetini esas aldı.
Onun talebesi olan İmam Muhammed b. İdris eş-Şafii sünnete ayrı bir anlam
yüklemiştir. Mutezileye tepkisel bir ortamda doğmuştur. Sünni tarihini
ilgilendiren boyut onun sünnete yüklediği anlam ile Müslümanların sosyal ve
dini yapısına istikrar veren bir mekanizma sağlama çabasındadır. İmam Şafii
toplumun beraberliği önemli ölçüde sağlamıştır. Bu geleneği Ahmed b. Hanbel
daha sıkı bir bağlılıkla devam ettirmiştir. O ekolünü tamamen hadis metinleri
üzerine kurmuştur.
d) Görüşleri
1. Canlıların bilgileri bedihi istidlali
ve hissidir.
2. Alemin hudusu: Allah’tan başka her
şey alemdir.
3. Allah’ın isim ve sıfatları: kur’an ve
sahih sünnette geçtiği şekildedir.
4. İnsanın fiilleri: Kader haktır fakat
kul cebr altında değildir.
5. Nübüvvet: Rasuller Allah’tan
kullarına gönderilen elçilerdir. Mucizesi delilidir.
6. İslam dininin rükunları 5’tir.
7. Dini bakımdan yükümlü olduğumuz fiiller:
vacip, haram, mekruh, mübah, mesnun’dur.
8. Kabir hayatı, sorgu sual, azap sevap,
hesap, mizan, cennet, cehennem haktır.
9. İmamet: Müslümanların çeşitli
hizmetleri ifası için aralarında ehil birini devlet reisi seçmeleri
gerekmektedir.
2.1.Alt Grupları
a) Selef
Temel
özellikleri, inanç esasları konusunda nasta ifade edilen esasları olduğu gibi
kabul etmeleri ve konuyla ilgili akli delil aramamalarıdır. Takip ettikleri
metodik prensip:
1. Takdis
2. Tasdik
3. Aczi itiraf
4. Sükut
5. İmsak
6. Keff
7. Marifet ehline teslim
Görüşleri;
1.
Kur’an
ve sünnete muafık akla taraftarlardır.
2.
Ancak
iradeyi şeriyye matlubdur. Gaye bu olmalıdır.
3.
Allah’ın
sıfatları Esma-i Hüsna’da geldiği gibi ona layıktır.
4.
Nas’ın
zahiri Allah’a layık bir manaya sahiptir.
5.
Allah
hakkında Kur’ani deliller esastır.
b) Eşarilik
Ebu’l Hasan Ali b. İsmail el-Eşari önceleri mutezilenin önde
gelen imamlarındandı. Hocası el- Cubbai ile el aslah Allah prensibi üzerinde
münakaşa etmiş ve kendi mezhebini sistemleştirmiştir. Nizam’ül Mülk
medreselerinde kuvvetlenmiştir.
Görüşleri;Eş’ari itikadi konuları akli ve nakli
delillerle ispatlar. eşArinin görüşleirni şöyle sıralayabiliriz;
1.
Eş’ari
Allah’ın varlığını ispata ihtira delili üzerinde durur.
2.
Enbiya
21/22 ayetine istinaden Allah’ın birliğini akli ve nakli ispatlar.
3.
Kur’an’ın
mahluk olmadığını akli ve nakli ispat eder.
4.
Allah’ın
ahirette görülebileceğini akli ve nakli ispat eder.
5.
Her
şeyi yaratanın Allah olduğu gibi insanın fiillerini yaratan da Allah’tır. İnsan
fiillerinden sorumludur.
6.
İman,
söz ve ameldir, artar eksilir.
c) Maturidilik
Görüşleri;
Ehli Sünnet vel Cemaat’in ilk 4 asırlık teşekkül dönemi ana
hatlarıyla böyledir. El-Eşari ve Maturidi’nin sistemleştirdiği akidevi esaslar,
kendilerinden tekamül ederek islam aleminin hemen tamamında varlığını
sürdürmeye devam etmiştir. Eşarilik daha çok Araplarda, Maturidilik ise Arap
olmayan Müslümanlarda vuku bulmuştur. İki fırka da kelam ilminin konusunu
teşkil eder. Bugün islam aleminin yaşadığı sosyo-kültürel değişim tıpkı ilk
dönem Müslüman Arap topluluğunun hazeriliğe
geçiş sürecindeki süratli değişime benzer şekilde ziraat toplumundan sanayi
toplumuna, bilgi toplumuna geçiş sürecinin getirdiği sıkıntılardır. Bu
sıkıntıdan kurtulmak sağlıklı din eğitimiyle ve doğru bilgiye ulaşmayla
mümkündür.
3. HARİCİLİK
a) Tanımı
Haricilik, Sıffin savaşı sonunda tahkimi kabul ettikleri için
Hz. Ali ve Muaviye’yi protesto etmek üzere Hz. Ali’nin taraftarları arasından
ortaya çıkan, İslam tarihindeki ilk fırka hareketidir. Istılahi olarak
haricilik; dinin ve hakkın haricine çıkanlar, Hz. Ali’yi terk edenler manasında
kullanılır.
b) Doğuşu
Haricilik, dönemin siyasi ve sosyal olaylarına karışan bazı
grupların, gelişen süreçte çeşitli nedenlerle mevcut otoriteye karşı
aldıkları tavır sonucu ortaya çıkmıştır.
Hz. Osman dönemindeki problemler, Hz. Osman’ın şehit olması ve Hz. Ali’nin
hilafetini müteakip ortaya çıkan Cemel ve Sıffin savaşları Hariciliğin doğuşuna
zemin hazırlamıştır. Hariciler Hz. Ali’nin ordusundan ayrılıp Harura denen
yerde toplandı. Kendi doğaları gereği,
fıkhın inceliklerini ve usul ilminin esaslarını bilmemeleri sebebiyle zahire
bağlı kalmışlardır.
c) Tarihçesi
Harura’da toplanan ilk harici grubuyla İbn Abbas ve Hz.
Ali’nin tartışması sonucu 6000 kişi Kufe’ye geri dönmüştü. Abdullah b. Habbab
b. El-Eret’in ve hamile karısının öldürülmesi üzerine Hariciler bertaraf
edilmişlerdir. Çok az sayıda kalan hariciler Hz. Ali’yi şehit etmişlerdir.
Haricilerin belli başlı fırkaları; Ezrakiye, Sufiyye, İbadiyye, Necedat tır. Bu
fırkalar varlıklarını günümüze kadar devam ettirmişlerdir.
d) Görüşleri ve Zihniyet Yapıları
Hariciler, Hz. Ebu Bekir tarafından Kufe ve Basra’ya
yerleştirilen Ehl-i Ridde bedevileridir. İbadet ve taatte çok ileri
düzeydeydiler. Kur’an’ın zahiriyle amel edip hüküm çıkarıyorlardı. Nüzul
sebebine bakmıyorlardı. Meselelere menfi açıdan yaklaşarak “Kim mümindir?”
sorusunun cevabı yerine “Kim kafirdir?” sorusunun cevabını aramışlardır. Ameli,
imanın bir cüz-ü kabul ederek, nafile ibadetlerin terk edilmesini küfür ile
itham etmekten çekinmemişlerdir. Hariciler 20 kadar fırkaya ayrılmış olsalar da
birleştikleri belli başlı noktalar;
-
Ali,
Osman, iki hakemi, cemel vakasına katılanları, hakemlerden memnun olanları
tekfir ederler.
-
Büyük
günah işleyen herkesi kafir ilan ederler.
-
Adaletsiz
devlet başkanlarına baş kaldırmayı müminler için farz sayarlar.
3.1.Alt Grupları
a) Ezrakiyye
Nabi b. El-Ezrak’a tabi olan ilk
harici fırkasıdır. Görüşleri;
-
Tahkimi
kabul etmemekle Hz. Ali kafir oldu.
-
Din
hususunda görüş birliğinde olup da kendileri ile savaşa katılmayanlar kafirdir.
-
Muhaliflerin
çocuklarını ve kadınlarını öldürmek caizdir.
-
Takiyye
haramdır.
-
Peygamberler
küçük veya büyük günah işleyebilir.
-
Büyük
günah işleyenler kafirdir ve ebediyyen cehennemdedir.
b) Necdiyye
Necde b. Amir el-Hanefi’ye tabi olanlardır. Görüşleri;
-
Takiyye
caizdir.
-
Kuûd
kendilerindendir.
-
Dinde
icmali iman yeterlidir.
-
icmali
imanın dışında, dinde Füru’da içtihadı da caizdir.
-
Kendileri
dışındaki diğer Müslümanlarla karşılıklı ilişkiye girmek caizdir. Kendileriyle
savaşmayan Müslümanların kanlarını dökmek haramdır.
c) İbadiyye
Abdullah b. İbad’a tabi olanlardır. Görüşleri;
-
Ehli
kıbleden kendilerine muhalif olanlar, müşrik olmayan kafirlerden sayılır.
-
Büyük
günah işleyen mümin değil müvahhidddir.
-
Büyük
günay işleyen küfrü nimet içindedir.
-
Kuûd’un
oturması caiz ise de savaşması efdaldir.
-
İmamların
Kureyş’ten olması şart değildir.
-
İman;
ikrar, amel, niyet, sünnete uymak, hiç kimse için illet tanımamaktır.
-
Kur’an’ın
mahluk olduğuna inanırlar.
-
Kulun
fiilini Allah yaratır, kul fiilin kâsibidir.
-
Allah’ı
teşbihten kaçınırlar, sıfaları izaha girişmezler
-
Ruyetullah’ı reddederler
-
Kafirlerin
çocuklarını kafir sayma, nifakın şirk olduğu konusunda çekimserdirler.
“hüküm ancak Allah’ındır.” Diyerek
resmi siyasetin Kur’an’a dayanması gerektiğini savunan hariciler başlangıçtan
beri bu prensibi bütün ameller için geçerli şart kılarak ameli imanla birlikte
değerlendirip, en küçük amelsizliği, hata ve kusuru küfür ile itham etmekten
çekinmemişlerdir. Bu düşünce içinde Nafiler farklı düşünmüştür. İstiraz metoduyla Müslümanlar arasında tam bir terör
estiren Nafi ve Ezrakiler kısa zamanda tarih sahnesinden silinmiştir. İbadiyye
fırkası ise ilerleyen dönemlerde inanç esaslarının bazısında Mutezile,
bazısında Sunniliğe paralel görüşlere sahip olmuşlardır.
4. VEHHABİLİK
Orta Arabistan’da Muhammed b.
Abdulvehhab’ın Muhammed b. Suud ile
yaptığı anlaşma sonucu ortaya çıkan fırkadır. Fırka mensupları kendilerine
“muvahhidun” adını vermişleridir. Buna göre Vehhabilik, İbn Teymiye’nin
fikirlerinden mülhem olarak kendilerini Sunni Selef akidesine ve Hanbeli
mezhebine nisbet eden Muhammet b. Abdulvehhab’ın görüşlerini kabul ettirmek ve
yaymak için Muhammed b. Suud’un siyasi desteğine baş vurarak oluşturdukları
dini hareketin adıdır. Vehhabiliğin ortaya çıktığı 18.yy’da Orta Arabistan,
sosyal yapı bakımından aşiret geleneğine bağlı, kısmen birbirinden bağımsız,
hayvancılık, kısmi ziraat ve yağma ile geçinen yarı göçebe toplulukların hakim
olduğu bir coğrafyadır. İbn Abdulvehhad, Mesud b. Suud ile Deriye’de anlaşmış iki şart ileri sürmüştür. İbn
Abdulvehhab’ın kendilerini terk etmemesi, mahalli vergileri almaya devam etmek.
Muhammed b. Suud ve İbn Abdulvehhab arap geleneğine uygun olarak; “kanın benim
kanım, evin benim evimdir” diye ant içmiş, bir bakıma yağmacılık meşru hale
getirilip cihad şeklinde gösterilmiştir.
a) Tarihçesi
18.yy’ın ikinci yarısında Orta Arabistan’da kendilerini kabul
ettirmişlerdir. Osmanlı iktidarının Harici olarak isimlendirdiği bu fırkayı,
Mısır Valisi M. Ali Paşa yenilgiye uğratmıştır. Vehhabilik, bu savaş esnasında
Osmanlı takibinden kurtulan Suudlardan birisi olan Türki b. Abdillah tarafından
1824 te yeniden toparlanmış, bölgeye hakimiyet kurmuştur. Osmanlıya karşı
İngilizlerle ittifak kurmuşlardır. Osmanlı da bu bölgede Reşidileri
desteklemiştir. Abdulaziz b. Suud 1915 te İngilizlerle bir anlaşma
imzalamıştır. 1921 de Hicaz’ı ele geçirmiş, 1932 de de devletin adını Suudi
Arabistan Krallığı olarak değiştirmiştir.
b) Görüşleri
·
Tevhid İnancı: İbn Abdulvehhab’ın görüşlerinin
temelini tevhid inancı teşkil eder. Yani tevhid, kalple, lisanla ve amelle
gerçekleşir. Birisi olmazsa kişi Müslüman sayılmaz. Ona göre tevhid 3 kısımdır.
Tevhid-i Zat ve Sıfat, Tevhid-i Rububiyyet, Tevhid-i Ulıhiyyet.
·
Şefaat: Şefaate izin ve yetkinin yalnızca
Allah’ın elinde olduğunu savunurlar.
·
Bidat: İbn Abdulvehhab, Hz. Peygamber ve
ashabından sonra dine sokulan yeniliklere yani bidatlere karşı çıkar.
Mescidlerin farklı eylem türlerinin yapıldığı yerle dönüştürülmesine, Allah’tan
başkasına dua edilmesine karşıdır.
Vehhabilik, dini ihya hareketlerinin tipik örneklerinden
birisidir. Günümüzde kendilerini Selefi olarak kabul ederler. Ancak Kur’an ve
Sünnet ekseninde kalamayıp lafızcı ve harici zihniyetin gölgesinde
kalmışlardır. Tıpkı Hariciler gibi Vehhabiler de insanlarla bir arada yaşama
tecrübesi içinde görüşlerini önemli ölçüde esnekleştirmişlerdir.
(Emeği geçenlere teşekkürler)
Bunu kim buraya özet geçtiyse binlerce kere teşekkürler..
YanıtlaSil